CHP Lideri Özgür Özel: “Saraçhane’deki Gibi Gerektiğinde Dönmemek Üzere Direnilirse O Sandık Gelir”

05.06.2025

“EKREM İMAMOĞLU 15.5 MİLYONUN ADAYI, BU VAKİTTEN SONRA ADAYLIĞINI KENDİSİ DE ENGELLEYEMEZ”

“SUÇ ÖRGÜTÜ LİDERİ EVE GİDİYOR, İFTİRALARA MUHATAP OLAN BAŞKANLARIMIZ HAPİSTE KALIYOR”

“İDDİA MAKAMI ÖNCE SUÇLAYACAĞI KİŞİYİ BULUYOR Kİ BELEDİYE EL DEĞİŞTİRSİN”

“ERDOĞAN YA RAKİBİ YA DA SANDIĞI ORTADAN KALDIRACAK”

“TÜM PARTİLERLE BAYRAMLAŞIRIZ YETER Kİ BAYRAM GELSİN; ERDOĞAN BAYRAMIMIZI ÇALDI”

Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel, Tele1 yayınına katılarak kendisine yöneltilen soruları yanıtladı. Cumhuriyet Halk Partisi Lideri Özgür Özel, dün akşam Gaziosmanpaşa mitinginde sarf ettiği, “Gerekirse ayrılmamak üzere toplanırız” sözleri hakkında, “Dün biz aslında mitingimizi Anadolu yakasında bir başka ilçede yapacaktık. Planlamamız o şekildeydi. Bir Anadolu yakasında, bir Avrupa’da yapalım diye karar vermiştik. Birkaç mitingdir böyle gitmek gerektiğini düşünüyorduk. Ama tabii bu yeni dalga operasyon olup da Avcılar, Büyükçekmece, Gaziosmanpaşa Belediye Başkanlarımız İstanbul’da gözaltına alınınca dün de tutuklanınca biz mitingi Gaziosmanpaşa’ya çevirdik” dedi. Özel, şunları söyledi:


“KARŞIMIZDA BİR AKIL YOK, GÖZÜ DÖNMÜŞLÜK VAR”

“Gaziosmanpaşa’nın önemli bir durumu var. Orası İstanbul’da belediye meclis çoğunluğunun bizde olmadığı tek ilçe. Burada belediye başkanı bir tutuklama yapılıp da görevden uzaklaştırıldığında eğer buna Adalet ve Kalkınma Partisi ve MHP’nin belediye meclis üyeleri tenezzül ederlerse belediye başkanvekilliği onlara geçebiliyor. Tabii bunu daha önce de biz defalarca, mesela Yalova örneğinde de görmüştük. Öyle bir noktaya geliyor ki iş, en uydurma gerekçeyle belediye başkanı alınıyor ve yıllarca o mahkeme bitmek bilmiyor. Bu siyasi. Erdoğan Yalova Belediye Başkanvekilinin elini kaldırmıştı ilk grup toplantısında. Ta seçime kadar o başkanvekiliyle gittiler, sanki Yalova’yı AK Parti kazanmış gibi. Cumhuriyet Halk Partisi kazandığı halde onlar yönettiler. Ne oldu sonuçta? Sonuçta Yalovalılar bu sefer çok açık bir farkla bu seçimde CHP’ye verdiler Yalova’yı. Ama tabii bunu hesap eden, kitap eden bir siyasi akıl yok artık karşımızda. Karşımızda bir akıl yok, karşımızda bir gözü dönmüşlük var. Biz dün Gaziosmanpaşa’ya bu özel durumu Gaziosmanpaşalılarla konuşmak için, oradaki AK Partili, MHP’li seçmene seslenmek için gittik. Gaziosmanpaşa’nın bir evladı, babasının hediyelik eşya dükkanında çocukluktan beri büyümüş, Gaziosmanpaşa’nın gözünün önünde büyümüş, kendisi esnaflık yapan, ticaret yapan, Gaziosmanpaşa’da kırdığı, geri çevirdiği, üzdüğü, mahcup olduğu, düşmanlık kazandığı bir kişi yok. Zaten o yüzden ‘Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kalesi’ denilen yerde yüzde 40’ın üzerinde bir oyla belediyeyi Hakan kazanıyor, belediye meclis çoğunluğu öbür tarafta. (Hakan bey seviliyor) Çok net. Dün Gaziosmanpaşa Meydanı gümbür gümbür, bütün Gaziosmanpaşa bizi duyuyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin de ilçe binası orada, oradan da insanlar dinliyorlar, izliyorlar bizi. Dedim ki ‘Hakan’ı sevmeyen var mı, Hakan’a hırsızlık yapar diyen var mı? Hakan gözünüzün önünde biri değil mi?’ Şu anda 36 yaşında gencecik bir arkadaşımız, 37 yaşında. Seçildiğinde 36 yaşındaydı herhalde. Herkesin bildiği, yıllarca ilçe başkanlığımızı yapmış birisi. Herkesin tanıdığı birisi.”

“BÖYLE BİR YALAN DÜZEN KURMUŞLAR”

“Ama şöyle bir şey yaptılar Hakan’a, bir boyutuyla da şunu görmek lazım. Aziz İhsan Aktaş denilen kişi itirafçı olmuş. Bu kişinin savcılık tarafından hepimize tanıtıldığı gün ‘suç örgütü lideri’ diyordu. ‘Rüşvet vermek, kamu ihalelerini rüşvet yoluyla almak suretiyle bir suç örgütü kurdu’ diyordu, bu da lideri. Şu anda dışarıda. Dün gece evinde. Yahu bir suç örgütü lideri suç işliyorsa, suçu itiraf etti diye eve yollanırsa, bizim belediye başkanları suç örgütü üyesi filan değil. Yanlış anlaşılmasın yani onunla da suçlanmıyorlar. Ama birisi suç örgütü lideri, altında bir sürü kişi var. Lider ona suç atıyor, buna suç atıyor, eve gidiyor. Geri kalan bu suçlamalarla, bu iftiralarla muhatap hapiste kalıyor. Bakın Aziz İhsan Aktaş demiş ki, ‘Ben ortağım vasıtasıyla…’ Ortağının ismi Gürkan Dölekli. ‘... söyledim. Bu belediye başkanına Özer Ayık rüşvet verdi. Gürkan Dölekli’nin Müdürü Özer Ayık rüşvet verdi’ demiş. Aziz İhsan Aktaş eve gitti, bunu söylediği için. Gürkan Dölekli denilen ortağı, ‘Ben rüşvet vermedim’ dedi, ‘Aziz yalan söylüyor’ dedi. Ama serbest bırakıldı AK Partili olduğu için. Şimdi ‘Rüşvet verdi’ diyen doğru söylüyorsa, rüşvet verenin içeride kalması lazım. Yalan söylüyorsa iftira atanın etkin pişmanlıktan çıkmaması lazım. Bu ‘Vermedim’ deyip, bu da eve yollandı AK Partili olduğu için. ‘Rüşvete aracılık etti, götürdü, teslim etti’ diyen Özer Ayık ile belediye başkanımızı tutukladılar. Bu diyor ki ‘Bu bunun aracılığıyla, buna rüşvet verdi.’ Bu eve gidiyor. Bu ‘Vermedim’ diyor, eve gidiyor. Aracı ile ‘Aldı’ dedikleri içeride kalıyor. Böyle bir sistem kurmuşlar, yani böyle bir yalan düzen. Esas yani ‘Ne için bu kadar sert tepki gösteriyoruz?’ sorusunun cevabı en başta burada gizli. Bu olacak şey değil.”

“BİR KURUŞ ALDIYSAM BENİ TAKSİM’DE ASSINLAR, DİYOR”

“Başka bir şey söyleyeyim. Bu ikisinin rüşvet alıp verdiğine ilişkin kanıt ne biliyor musunuz? İddia; ‘Bu verdi’ diyor. Kanıt; ikisinin bir yıllık baz kayıtlarını dökmüşler. Üç kez aynı baz istasyonunda buluşmuşlar ve fosforlamışlar bu tarihleri. Bu da ifadesini şöyle vermiş; ‘İki kere görüştüler, üçüncüde de rüşveti verdi.’ Bu üç görüşmenin dakikası, saati belli ya. Dakikası belli, saniyesi belli. Neden? Baz kaydı bu. Üçünün de ispatı… Dün bana da gösterdi Hakan ve diyor ki ‘Genel Başkanım eğer bir kuruş rüşvet aldıysam, beni Taksim’de assınlar, siz de gelin beni izleyin.’ Bu kadar inanıyor çocuk kendine. Size de ispatlayabiliriz. O HTS kayıtlarının olduğu gün, dakika, saniyeye gidin Hakan’ın sosyal medyasına bakın. 24 Kasım günü dediği dakikada mevzu bahis benzin istasyonuna 700 metrede, ikisi de Gaziosmanpaşa’da ya 24 Kasım Öğretmenler Günü’ydü, üç okuldaki öğretmenlere çiçek dağıtıyor, o dakikada. Canlı yayını var, videosu var, fotoğrafçısı var. Tweet atmış oradan. İkinci gün sordum Gaziosmanpaşalılara ‘Burada kapalı pazar yeri açtınız mı?’ ‘Açtık.’ O söylediği baz sırasında benzin istasyonu bu sefer yolun bu tarafında, kapalı pazaryeri açılışı yapıyor. Videosu var. Üçüncüsü de Erasmus Programı dahilinde, Gaziosmanpaşa’daki öğrencilerin yabancı öğrencilerle buluştukları bir program, yine benzin istasyonuyla aynı yolun üstünde. Aynı bazdan almış. Bakın öyle berbat bir şey anlatıyorum ki. Türkiye’de bir iddia makamı, önce suçlayacağı kişiyi buluyor. Amaç ne? Görevden almak. Niye? Belediye el değiştirsin, CHP’ye kara çalmak. Onun baz kayıtlarını alıyor. ‘Aracılık etti’ diye iftira atılacak kişinin baz kayıtlarını alıyor. Çakışan yerleri fosforluyor. Çünkü Ali İhsan Aktaş’ın baz kayıtlarına erişemez, ona bir tek savcılık erişebilir. Önüne ittiriyor. Onu oradan bu tarihleri vererek… Beş sayfa ifade vermiş, üç gün sürmüş ifadesi. Titiz çalışmışlar, uzun çalışmışlar. Öyle bir ifade veriyor ki. ‘Filanca filanca tarih, filanca saatte şurada buluştular. Benzin istasyonuna geldi’ diyor, aynı bazdan çıktığı için.”

“BUNU İZMİR ASKERİ CASUSLUK DAVASINDA DA GÖRDÜK”

“(Bunları hatırlamış mı hepsini?) Hepsini hatırlamış. İfadeyi açın okuyun, detaylı. Bunu söylüyor. Bu baz kayıtları önüne konmadan söylenecek iş değil. Yani tersine bir kurgu var. Ben bunu gördüğüm için, inandığım için. Ben bunu bir kere daha gördüm. Hatırlayacaksınız, İzmir Askeri Casusluk davasını takip ediyorum. Gittim. Türkiye’nin şanlı, şerefli subayları. Ortak özellikleri Atatürkçü, Kemalist, vatana ve millete bağlı, FETÖ’cü olmayan subaylar olmasıydı. Biri F16 Filo Komutanı, biri öbür F16 Filonun Komutanı. Top Gun diye bir şey vardı, onun şampiyonu adam, en iyi jet pilotu. Şimdi ne yapıyor? New York’a Türk Hava Yolları ile uçuyor. Yediler başını, ordudan attılar. Biri şizofreniye GATA’da çare ve ilaç bulmaya çalışan Profesör. FETÖ’nün ilaç firması istemiş, molekülü vermemiş. Bunların hepsini bir liste yapmışlar. Yanlarına İzmir’deki, özür dilerim ‘eskort kız’ denen eskort kızların internet sitesinin listesini yapmışlar. Üçüncü sütuna aslında bu FETÖ’nün Amerika’ya sızdırmak üzere geçmişte topladığı istihbaratları, işte ‘Foça’da denizaltı nerede duruyor? Çıkartma gemisi hangi sahile kapak atacak?’ onların fotoğrafları. İlişkilendirmişler. ‘Bu subayla bu eskort kız, bu ajanlık yapmak üzere ilişki kurdu’ diyorlar. Bir gittim baktım, dinledim hepsini. Jeton düştü. Bu bilgiler nasıl olacak, nasıl gidecek, birbirine bu kadar. Gittim eskort kızları İzmir’deki cezaevinde ziyaret ettim, Buca Kısıklar’da. Hepsi diyor ki ‘Ben böyle birini ömrümde tanımıyorum. Tövbe, gitmedim, görmedim.’ ‘Bir yerde buluştunuz mu, onlara gittin mi?’ ‘Abi tövbe.’ Çıktım bunu Meclis kürsüsünden anlattım. İki listeyi çakıştırmışlar. İçlerinde kayınpederi izin vermemiş, eşi ziyarete gitmiyordu. Düşünsenize eşini, adamın kişisel namusuna fuhuş, mesleki namusuna casus şeyi yaptı bu FETÖ’cüler.”

“BU KUMPASLA ‘BELEDİYE BİZİM OLDU’ DİYEBİLECEKLER Mİ?”

“Bakın o gün nasıl jeton düştüyse… Kendi kendine bu iş olmaz. Bunu savcılık kurgulamış. Bu Hakan’ın meselesi de kendi kendine olmaz. Gözümle gördüm, kulağımla duydum. O mahkemeye, mahkeme açılsın hakimin karşısına… Teknik olarak mümkün mü bilmiyorum. Bunları avukatları filan anlatacak ama anlatacaklarım var, gider şahitlik yapmak isterim. Bugünü anlatmak isterim onlara. Olacak şey değil. Şimdi bakalım bu şartlar altında içlerine sinecek mi? Gidip de bu kumpasla o belediyeyi, AKP’nin belediye meclis üyeleri gelip de ‘Tamam bu belediye bizim oldu’ diyecekler mi? Ben bunu sordum dün Gaziosmanpaşa’ya. Bir kere bu. Şimdi neden kızıyorsunuz? Hakan dahil, Aykut dahil, altı belediye başkanımız, birçok arkadaşımız, bir kısmı tanımadığım iş adamları. Bakın bunların bir kısmı da dün serbest kaldı. Doğru kaldı, yanlış kaldı bilmiyorum. Kimine adli kontrol verdiler, kimini serbest bıraktılar, kimini tutukladılar. Bu insanları darbe dönemlerinde ya da darbeye kalkışmış darbecilere darbeyi bastıranların ya da büyük suç örgütlerine; ‘Bak ne hale geldi?’ Yahu geçenlerde bir kadın katilini iki kolundan tutup da arabanın arkasına ne yaptılar? Ona bile tepki gösterenler oldu, dendi ki ‘Yahu suç başka bir şey, kötü muamele başka bir şey’ diye. Belki de bir gün sonra serbest kalacak adamların iki koluna iki polis, dümdüz dizmişler ip gibi. Kamera devreye girince ‘Yürüyün’ diyorlar. Böyle çukurdan çıkıyorlar. Nasıl ayarlıyorlar? Merdivenden inerken görüntü yok. Çukurdan çıkarken var. ‘Biz bunları bu çukurda tuttuk’ diyor. Tek tek polise götürüyor, yüzlerini kameraya gösteriyor. Yassıada filmi gibi. Bunu gördüm, delirdim. Dünkü cümlem de şu. Altına imza atıyorum. Dedim ki ‘Bir daha aileleri, evlatları, anneleri, babaları üzecek, rencide edecek bir görüntü görürsem bunun altında kalmam, seni pişman ederim.’ Bunun aynen altına imza atıyorum. Benim ifademdir. Ne Tele1’i bağlar, ne bunu yayınlayan televizyonları bağlar. Ben diyorum ki ‘Bu kadar insan onuruyla oynamak olmaz.’”

“DAHA FAZLA İLERİ GİTMEYİN, DAHA FAZLA İLERİ GİDERİZ”

“Bu görüntüleri; baştakilerde iki polis var, sonlara birer tane koymuşlar. 50 yıl 4 ay kamu hizmeti yapmış olan Hasan Akgün’ü en öne koymuşlar, terör örgütü lideri gibi. İki elinde iki kol. Kardeşim böyle bir şey olabilir mi? Bu insanlar suçları ispatlanıp, onaylanana kadar masumlar bir kere. Nasıl savcısınız, nasıl emniyetçisiniz, bu talimatı kimler veriyor? Bunu söylüyorum. Dedim ki ‘Böyle bir görüntüyü bir daha görürsem, insan gibi toplanıp dağılıyoruz burada. Dağılmamak üzere toplanırız.’ Bu dediğim de şu; ‘Daha fazla ileri gitmeyin, daha fazla ileri gideriz.’ Ne anlıyorlarsa onu söylüyorum. Bir daha söyleyeyim; ne anlıyorlarsa onu söylüyorum. Nerede toplanırız bilmem, ne kadar dağılmayız bilmem. Buradan mesajı alacak olan alsın. Bıçak kemiğe dayandı, bu vakitten sonra böyle haysiyetsizlikler yaparlarsa, onurumuzla oynamaya devam ederlerse, suçsuz insanlara iftira atarlarsa, bir belediye için 36 yaşındaki hiçbir suçu olmayan kişiye bunları yaşatırlarsa, bu işler böyle bu seyirde ve bu ritimde devam ederse, adil bir yargılanma ve arkadaşlarımızın kendilerini ifade ederek masumiyetlerini ortaya koyacakları bir adil yargılanma rejimi kurulmazsa, onlar normalleşmezlerse, sertleşirlerse ben de sertleşmeye devam edeceğim. Ne anlıyorlarsa onu yapacağım. Bu vakitten sonra bu işin dönüşü yok. Bunu söylüyorum yani. Ya bize insan gibi muamele edecekler, savunma hakkını kısıtlamayacaklar tutuksuz yargılanmayla. Bu Tayyip Erdoğan suçlamaların hepsinden yargılandı. Bir gün evinden alınmadı. Bir gün gözaltında tutulmadı. Bütün mahkemesi tutuksuz oldu. Hüküm kesinleşti, cezaevine davetiyeyle gitti. Davul ve zurnayla uğurlandı Saraçhane’den. Gitti, yattı. Yanında yatacağı kişiyi seçtiler resmen. İçerideyken şiir kitabı yayınladı biliyorsunuz ve içerideyken gelen ziyaretçi sayısıyla halen övünüyor. Ekrem İmamoğlu evinden gözaltına alındı. Dört gün Vatan emniyette iğrenç bir yerde tutuldu. Tutuklandı, Silivri’ye kondu. Tutuklu yargılanıyor. Ziyaretçi kısıtlaması var. Milletvekili dışındaki ziyaretçilere kısıtlama getirdiler. Resminin asılması yasak. Öbürü şiir kitabı yayınladı ya.”

“O 28 ŞUBATSA BU GÖRÜLMEDİK ŞEY; 30 ŞUBAT DARBESİ”

“(28 Şubat’ı sürekli gündemde tutuyorlar, o dönemde bu yoktu) Bu dört yılda bir olur. Bu 29 Şubat da değil, 30 Şubat darbesi. Görülmemiş bir şey. 30 Şubat diye bir tarih mi var? 30 Şubat darbesi bu, o 28 Şubat’sa. Dört katına 29 Şubat diyeyim, dört yılda bir görülür öylesi. Bu 30 Şubat darbesi ya. Böyle vicdansızlık, insafsızlık yok. Onun için siyaset-miyaset yapmıyoruz. Siyaset yapacağımız zamanlara döneriz, siyaset yaparız. Arkadaşlarımızın ve partimizin onuru, şerefi için, bu insanların aileleri için mücadele veriyoruz, direniyoruz. Bu vakitten sonra normal siyasi zemine dönülecekse, önce bunlar dönecek, sonra ben döneceğim. Önce benim arkadaşlarım evlerine dönecekler, tutuksuz yargılanacaklar. Sonra ben, biz evimize döneceğiz. (Moralleri nasıl?) Ekrem Başkan’ın ilk günden beri morali hepimizden yüksek. Son derece motive. Bir gelecek seçimde cumhurbaşkanı olmaya, Türkiye’yi yönetmeye hazırlanıyor. Yazmasıyla, çizmesiyle, okumasıyla, hazırlığıyla her şeyi ile son derece motive. Ama kendisi yüzünden… Bu olanların hepsi ne için uğraşıyorlar? ‘Ekrem İmamoğlu suç örgütü’ diye bir şeyin var olduğunu kendilerince kurgularını ispatlamaya çalışıyorlar. Kimi hedefledikleri belli. Hedefe ulaşmak için delil yaratmaya, delil bulamadıkları için… Zaten şöyle bir şey olmuş. Yani bunu buraya yollayan kişi ‘Git, göreceksin bak. Elinle koymuş gibi bulacaksın’ diyerek yollamışlar bunu. Nasıl? Kişi kendinden bilir işi sistemiyle yollamışlar.”

“SAVCI İNANMIŞ Kİ ‘KASALAR BULACAĞIM’, GELDİ ÇUVALLADI”

“Gelmiş bu. İlk şöyle başladı. Ekrem Başkan’ın 20 yıl önce daire sattığı kişileri arayıp, ‘Ekrem İmamoğlu’ndan daire almışsınız. Açıktan para verdiniz mi?’ Şimdi bu Türkiye’de bilinen bir gerçek; ‘Efendim işte bu mahallenin bir rayici var.’ Bir müteahhit fiyatına satsa, öbürleri engel olmaya çalışıp, ‘Şöyle olacak…’ Vergiden kaçmak için, vergi kaçırmak, vergiden kaçınmak, rayiç, bilmem ne, bir sürü şeyden, ne olur Türkiye’de? Bir tapuda başka bir para vardır, bir de aslında açıktan verilen bir para vardır. Geçmişte çok. Bunu biliyor ya ilk açıkları oradan yakalayacak. ‘Açıktan İmamoğlu’na para verdiniz mi?’ Açıktan verdiyse parayı, ‘Açıktan verilen paraları ne yapıyor?’ diye bakacak falan. Oralardan Ekrem Başkan’ın eski daira sattıklarını, osunu-busunu, İBB çalışanlarını, arıyor, tarıyor. Sonra geldiler, bu darbeye kalkıştılar. Aramalar yapıyor. Bunlara da demişler ki ‘Yazlıklarda, yazlıkların zemin katlarında gömülü büyük kasalar var. Şunlar var, bunlar var.’ Babasının evini bastı, yazlık evini bastı, korumasının… Bir tane kasa bulmuşlar. Şimdi hesapları şuydu; 17-25 Aralık’taki gibi nasıl bunların bakanların evlerinden gerçekten kasalar, kasalardan paralar, ayakkabı kutuları, çikolata kutuları içinde dolarlar çıktı. Para sayma makinaları. Erdoğan da dedi ki ‘Devletin cebinden para çıkmadıktan sonra yolsuzluk denmez.’ İlk savunma reaksiyonu buydu. Bana diyorlar ki ‘Özgür Özel, sen bunları niye savunuyorsun?’ Kardeşim ben suçsuzu savunuyorum, Erdoğan 17-25’te hırsızı savundu ya. Para sayma makinesi çıktı adamın evinden, para çıktı. ‘Devletten çalınmadıktan sonra yolsuzluk denmez.’ Yani veren vermiş. Ne biliyorsun? diyor. Neden çünkü bilmiyor muyuz? Türkiye’de havuz medyası diye bir şey var. Nasıl oluştu? Binali Yıldırım tarafından oluşturuldu. Nasıl oluşturuldu? Bütün iş adamlarından para topladılar, gidip gazeteleri, televizyonları satın aldılar. Erdoğan sanki o zamanlar diyorlardı ya, havuz medyası. Sanki kendileri açısından bir amaç için toplanmış bir para gibi göstermeye çalıştı o paraları. Önce ‘FETÖ’cüler koydu’ dedi bakanların bazıları. Altı ay sonra paraları faiziyle birlikte geri istediler ve geri verildi. Şimdi geldiğimiz bu noktada, bu savcı, inanmış ki kasalar bulacak. İnanmış ki paralar bulacak. İnanmış ki rüşvetleri ispat edecek. Geldi burada çuvalladı. Başladı Ladin, Çınar diye yalancı şahitler, o gizli tanıklar üzerinden söylüyor. Ama mahkeme kararları var. Sırf gizli tanık ifadesi ile olmaz, somut delile ulaşacaksın. Delil yok. Bu sefer içerdekileri itirafçı, iftiracı yapmaya çalıştı.”

“EKREM BAŞKANA İFTİRA ATTIRMAYA ÇALIŞTILAR”

“Şimdi dinleyenler kendini bir yerlerine koysun, insanlar ne halde… Kocasından ayrılmış, 14-16 yaşında iki tane kız çocuğu ile yaşayan, Ekrem İmamoğlu’nun geçmişte tanımadığı, yetenek avcısı firmalarından İstanbul’u en iyi yönetmek üzere sorulmuş, geçmişte HSBC Bankın sekiz yıl en karlı döneminde tıkır tıkır yönetmiş, yurt dışından doktoralı bir kadını İBB getirmiş işin başına koymuş, Medya A.Ş. Bu kadına ifade veriliyor, olmuyor. Tutukluyorlar, koyuyorlar. Televizyondan bağlanıyor. Diyor ki ‘Dün istediğim gibi bir ifade vermedin.’ Avukatının yanında diye ‘Alayım seni, çağırayım seni dediğim gibi ifade ver, çocuklarına kavuş’ diyor. Ya bunu kabul etmeyince ‘Bak televizyon kapanacak, 15 yıl beni de çocuklarını da göremezsin.’ Televizyon kapanıyor. Sonra bir gün, aynı kişiyi ‘Seni doktora götüreceğiz’ diye, gözaltında hep doktor var ya. Oncağızım da sanıyor ki cezaevinde de hep doktor kontrolüne gidecek. Daha birkaç gün olmuş. ‘Doktor kontrolüne gideceksin’ diyorlar. Bu da kalkıyor, arabaya biniyor ‘Doktora gidiyorum’ diye. Doktor diye bunu ya adliyenin başka bir bölümüne, ya da hakimevine. Ondan emin değiliz. Savcılık odasına değil, bilinmedik bir odaya götürüyorlar. Geliyor savcı. ‘Avukatım nerede?’ ‘Sen avukatının yanında rahat konuşamıyorsun.’ Ekrem Başkan’a iftira attırmaya çalışıyorlar. Oncağızım da diyor ki ‘Ya böyle bir şey yok ki. Ben teknik bir insanım. Kimse bana şu ihaleyi ona verin, buna verin demedi.’ ‘Sana nasıl bir teknik şartname yazacağını önüne koydular ya’ diyorlar. ‘Koymadılar’ diyor. ‘İhtiyaca göre belirledik’ diyor. ‘Şu şirkete vereceğiz demediler mi?’ diyor. ‘Bilmiyorum’ diyor. ‘Bilmiyorsan git’ diyor. ‘Biliyorsan evine git’ diyor. Şimdi siz kendinizi o annenin yerine koyun. Ya 20 yıl çocukların annesi, babası 86-88 yaşında, çocuklar 14-16 yaşında iki kız. Kocasından ayrı. Ve kadına diyor ki ‘Evine mi gideceksin, iftira mı atacaksın?’ Şimdi bu vakitten sonra biz hangi ifadenin gerçek olduğuna inanacağız ya? Hakikatin kendine tecavüz etti, kendini öldürdü adamlar. Bakın bu tarz bir konuşmada en şanslı kim biliyor musunuz? Varsa gerçek bir hırsız, gerçek bir yolsuz, gerçek bir rüşvetçi. Bu kadar masum insan böyle yöntemlerle suçlandığı için, arada bir rüşvetçi varsa. Olmaz mı ya? Koskoca İstanbul Büyükşehir’de rüşvet veren, rüşvet alan biri de vardır belki. O yırttı. O da masumlar arasına karıştı şimdi.”

“AKIN GÜRLEK’İN HIRSI VE KİNİ”

(Bunları söylediğiniz için size soruşturma açıldı) O soruşturmanın birisi Akın Gürlek’in hırsından, kininden bana açtığı soruşturma. Dün akşam açılan. Kendi kendine, kendini savunmak için bana soruşturma açmış. Açsın. Yapacak bir şey yok. Bir şey demiyorum. Ama ikinci soruşturma çok güzel bir rövanş. O Ankara’daki soruşturmayı doğru okuyalım. Akın Gürlek Ümit Özdağ’ın Antalya’da yaptığı bir konuşma yüzünden Ümit Özdağ’ı Ankara’da yemek yerken gözaltına aldırıp İstanbul’a getirmişti. Bu Antalya Başsavcısı’na -ki o soruşturmaya gerek görmemiş- ve Ankara Başsavcısı’na küfürdür. Bakın Akın Gürlek’in görev bölgesi, Avrupa tarafındaki İstanbul’un ikinci ve üçüncü bölgesindeki görev yeri odur. Kartal’a bile bakamaz. Kartal’a bile bakamaz. Kartal gelip burada suç işlemedikçe. Şimdi Ümit Özdağ Antalya’da konuşmuş, Ankara’da Ankara Cumhuriyet Savcısı’na diyor ki, ‘Sen görevini yapmıyorsun. Sen Erdoğan’ı benim kadar sevmiyorsun. Sen benim kadar iyi bir savcı değilsin. Ben gelip senin görev yerinden gözaltına alıyorum.’ Bu bir savcıya küfürdür. Dün akşam Ankara Cumhuriyet Başsavcısı benim burada yaptığım bir konuşmadan ötürü Akın Gürlek’in alanında soruşturma açıp ona karşı rövanş alıyor, had bildiriyor. Ben yarın şunu söyleyeyim. Bu durum yine, haksızlık yapmayayım. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı usulsüz bir iş yapmıyor, çünkü benim ikametim Ankara. İkametim değil, ikametim Manisa ama görev yerim Ankara olduğu için Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Genel Merkezimiz Ankara’da olduğu için. O yine yetkili. Bu, Ümit Özdağ konusunda hiçbir zaman yetkili olmadı. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı diyor ki ‘Madem birbirimizin görev alanlarının önemi yok. Bir de sana yapılan iş için. Hakikaten beylik bir cevap vermiş. Soruşturma bana açıldı ama, diyor ki ‘Akın Bey seni bile ben gelir buradan soruştururum. Çünkü benim yetkim var, senin yok’ diyor. (Tam gerekçesi de öyle) Böyle Akın Gürlek ıstakanın tersiyle vurmuştu topa, çuhayı muhayı yırtmıştı. Ankara Cumhuriyet Başsavcısı ince görmüş anlaşılan. (Ümit Özdağ olayı üzerinden değil mi?) Tabii Ümit Özdağ meselesinde Akın Gürlek’in yaptığı yetki aşımı, Ümit Özdağ’a ayıp ama en çok da Ankara’daki Başsavcılığa ayıptır. Ankara’daki savcılara ayıptır. Olacak şey mi?”

“DAKİKA DAKİKA İSPATI VAR”

‘İktidar nereye kadar gidecek’ sorusuna yanıt veren Özel, şu ifadeleri kullandı:

‘Şimdi şöyle bir şey var. Birincisi ben onlara ‘Durun’ derken ‘Yargılama yapmayın’ demiyorum. ‘Durun’ derken hukuksuzluğu durdurun, haksızlığı durdurun. Yargılama olsun. Ama bu vakitten sonra bu savcı, bu başsavcıyla, bu savcılarla HSK buradan adil yargılama çıkacağını düşünüyor mu? Yani olabilir mi? Bu başsavcılar bir iddianame hazırlayacak ve iddianamede görevi ne savcının mesela? Aleyhe delil topladığı gibi lehe delil varsa onları da toplamak. Siz bu anlayışın lehte delil toplayacağını düşünüyor musunuz? Söylediği üç gün telefonun sinyalinin dakika dakika ispatı var. Dün söyleniyor. Dün bu ifadenin verildiği, ifadeyi alan savcı bütün arkadaşlarımıza şöyle yapıyormuş. Bu haklı şeyleri görünce. Herhalde vicdanlı, insaflı bir arkadaşa denk gelindi. Böyle üzüntülerini belli edip ‘Kararı ben vermeyeceğim biliyorsunuz değil mi? Kararı soruşturmanın savcısı verecek’ diyormuş. O ifadeyi alan savcı. Yani diyorlar ki ‘Dinledikçe şaşırdı, bir şey diyemedi.’ Tabii bizim arkadaşlarımız ilk kez savcılığa düşüyorlar. O ifade alan savcı, ifade tutanağını alıyor, götürüyor. Maalesef kötü bir usulle soruşturma savcısı kararı veriyor. Güya okuyup karar verecek. Zaten kafadan karar vermiş bunlar öyle davranıyorlar. Bizim arkadaş ne yapıyor? Karşısında savcıyı görünce haklılığını anlatmaya çalışıyor ona. ‘Bakın ben o gün orada değildim, buradaydım. Şöyle ispatlayayım, böyle ispatlayayım.’ O da insan. Bakıyor ki haklı adam. ‘Biliyorsunuz değil mi kararı ben vermeyeceğim ama. Ben bunu götüreceğim kararı soruşturma savcımız verecek’ diye. Hani his o, öyle bir ifade yok. Ama arkadaş diyor ki ‘Neredeyse özür diledi benden’ diyor. ‘Bunları görünce, duyunca’ diyor. Ve bir çok arkadaşımız dedi. ‘İfade alan savcı mahcup oldu bunun karşısında.’ Gaziosmanpaşa, önce onu söyleyeyim. Soruşturuldu olay. 1 Nisan günü, 31 Mart’tan sonra ama kendinden önceki belediye başkanının Belediye Meclisi’ne sevk ettiği ve yapılan belediye meclisinde AKP-MHP çoğunluğuyla, onların oylarıyla kabul edilen bir şeyden yargılanıyor benim arkadaşım. Çıldırmamız biraz da buna. Utku Caner Çaykara, en gencimiz. 32 yaşında seçilmiş. Belediyede oturduğu yok, sokakta ayakkabı eskitiyor. Acayip bir enerji. Bugün Avcılar’a sandık koyun, yaptığımız ankette İstanbul’da oyunu seçildiğinden en ileri götüren iki belediyeden biri. Bugün sandık koyun yüzde 75’le seçilecek.”

“20 AK PARTİLİ BELEDİYE BAŞKANINI İÇERİ ALMAN LAZIM”

“Kendisinin hiç ilgisi olmayan, ‘Kampanyada Avcılar İlçe Başkanlığı’na araç desteği istendi, araç desteği verdik’ diyorlar. Avcılar Belediye Başkanı’nı bu araç desteği veren kişiye ihale vermekle suçlayacaklar, ihale yapılmamış. İhale yok. Böyle acayip bir durum. Utku neden orada? Bilen gören yok. Adam sadece demiş ki ‘Ben Avcılar’a, GOP’a, şuraya buraya’ hatta iki ifade var onu da söyleyeyim, Bu da kayda girsin. Bunlar çarpıcı şeyler. Hem bir yerde dursun. Mesela bir ifadesi şu. İlk Aziz İhsan Aktaş’ı alıp götürüyorlar. İlk verdiği ve önüne ittirdikleri ifade, ‘Bu olmaz’ dedikleri şu. ‘Baba’ diyor, ‘Baba’ diye başlamış lafa. ‘Baba, ben bütün belediyelere, iş yaptığım belediyelere seçim geldi mi, kampanyaları için ne ihtiyaçları varsa baskı, araç falan yardım yaparım belediye başkanlarına. Bana haber yolladılar. AK Partililere yapıyorsun, bu belediyeleri biz alırsak ne yapacaksın? Gel bize de yap dediler- CHP demiş güya- Ben de AK Partililere yaptığım gibi AK Parti’ye 10 araba verdiysem, iki tane de CHP’li rakibine yolladım. Gelince bana sepet havası yapmasın diye.’ İfadesi bu. Bu ifadesini kabul etmemişler ‘Bu olmaz’ demişler. Bir süre sonra ifadeyi şöyle almışlar. ‘CHP’li belediye başkan adayları haber yolladı. Kampanyamıza yardım yapsın. Yardım et deyip dört-beş belediye ismi vermiş. Şu belediye söyledi, buna da, buna da, buna da verdik. Buralarda araç gezdi.’ Bakın bu ispata muhtaç bir iş de ilkinde ‘Ben bütün AK Partililere yapıyorum, AK Parti’ye 10 yaptıysam iki de bunlara yaptım, sepet havası olmasın’ diye ifade vermiş Aziz İhsan Aktaş. Bu ifadeyi alamıyor. Neden? İçinde AK Parti geçiyor. Eğer dün yapılan muamele; ahlaki, vicdani, hukuki olsa o gün Aziz İhsan Aktaş’ın yardım yaptığı 20 AK Partili belediye başkanını da alman lazım. Bir de şunu söyleyeyim. Manisa’da mesela bütün Somalılar bilir. Soma’daki madenler AK Parti’nin seçim kampanyasına full destek verirler. Sırf Soma’ya değil bütün Manisa’ya. Vaktiyle AK Parti konvoylarının, bu değil bundan önceki seçim, AK Parti konvoyların böyle vardı. Birbirinin aynısı 18 tane AK Parti bayrağı ile giydirilmiş büyük otobüs. Yabancı plaka. O plakalı araçları, hangi firma kiralamış? AK Parti bana mesela bir önceki seçim kampanyasında Manisa’da kullandığı araçların, yabancı plakalı araçların, şimdi yanlış il telaffuz etmeyeyim diye söylemiyorum. Yabancı plaka araçlara hangi firma tarafından, veya AK Parti’ye 18 otobüsün kiralama faturalarını göstersin bana. Hadi buyur.”

“31 MART ERDOĞAN’IN TRAVMASI”

Özel, “Erdoğan’ın hedefi ne?” sorusunu şöyle yanıtladı:

“Şimdi hedefi şu, iktidarda kalmak istiyor hatta geçtiğimiz günlerde söyledi. Yani ‘Can bedende durdukça’ koltukta oturmak istiyor. Muhalefete düşesi yok. Şöyle bir durum var, karşısında Beylikdüzü Belediyesini ondan alan, ‘İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder’ dedikten sonra üç kez adaylarını yenen, bu aday, Türkiye’nin son Başbakanı Binali Yıldırım. Dönemin Meclis Başkanı Binali Yıldırım. Önce 31 Mart’ta 13 bin 600 farkla, sonra 23 Haziran’da 806 bin farkla yenen, sonra beş yıl boyunca yapmadığını bırakmadığı, işte başarısız göstermek için milletin karşısına çıkıp ‘Şehirciliği en iyi biliyor’ diye lanse ettikleri, öncesinde de bugün de Şehircilik Bakanı yaptığı Murat Kurum’u getirip 1 milyonun üzerinde fark yedirdiği bir Ekrem İmamoğlu var. Erdoğan kendisini yenilmez armada görüyordu ya, 31 Mart’ta onun travması şu, Erdoğan’ın nasıl bir rejime gelmek istediğini söylemek için söylüyorum. Sandıktan anladığı şuydu; Sandık birden çok partinin yarıştığı, Erdoğan’ın kazandığı bir oyun. Bu oyun için her şey mübah, öncesinde, sırasında sonrasında yapılan. Öncesinde devlet - parti ilişkisinin birbirine karıştığı, sırasında seçimde sandıkta oylar sayılırken itirazların kabulünü reddinin de. Şeklen böyleydi. Pratikte sandık ne? Geçmişi tümüyle ibra eden… Ne diyor? 17 - 25 Aralık’tan sonra 31 Mart seçimlerinde? Milletim girdiğimiz ilk seçimde bizi akladı. Bakanların çocukları parayla yakalanmışlar, bakanlar parayla yakalanmış, dönemin Başbakanı, ‘Hırsızlık yapan kardeşim olsa kolunu keserim’ demiş ve o dönemin Başbakanını almış, Başbakanlıktan almış bu dosyalara Yüce Divan’a yollamak istiyor diye. Ahmet Davutoğlu’ndan bahsediyorum. Ahmet Bey o dönemde Yüce Divan’ı savunuyordu. ‘Gitsinler aklansınlar’ diyordu. ‘Hırsızlık yapan kardeşim olsa kolunu keserim’ diyordu. Ve Erdoğan şöyle görüyor sandığı, partilerin yarıştığı, günün sonunda seçimi kendisinin kazandığı, kazanmakla birlikte geçmişini ibra ettiği akladığı, gelecek beş yıla da kayıtsız şartsız meşruiyet tanımladığı bir alan. Bu 31 Mart’a kadar maalesef böyle gelişti, böyle gitti. Kazandı, ‘Milletin beni akladı, o oldu, bu oldu. Önümüzdeki beş yılda da ben seçildim, istediğim gibi yönetirim’ dedi.”

“ERDOĞAN YENİLMEZ OLMADIĞINI GÖRDÜ”

“31 Mart’ta şunu gördü. Artık bir yenilmezliği yok kendisinin. Yani altın kemer gitti. Takıyordu altın kemeri, beş sene kasıla kasıla yürüyordu. ‘Ben kazandım istediğimi yaparım.’ İşin kötüsü, daha kötüsü bakın yenilmezliği yok ama bir yenilmez var. Genel Başkan olarak Özgür Özel onu bu seçimde yenmiş, Ekrem İmamoğlu çıkardığı adayları yenmiş, Mansur Yavaş, Ankara’da yenmiş, o artık yenilmez değil ama bir yenilmez var o da Ekrem İmamoğlu. Dört kez üst üste Tayyip Bey’in adaylarını yenmiş. Tayyip Bey, Ekrem Bey’i yenememenin psikolojisi içinde ‘Gelecek seçimlere gidemeyiz, rakibim bu olmamalı’ diyor. Ya rakibi ortadan kaldıracak, ya sandığı ortadan kaldıracak. Bizim meydan meydan eylem yapıyoruz, dediğimiz mesele sandığa sahip çıkma meselesi. Adaya sahip çıkma meselesi. Biz o sandığı Tayyip Bey’e kaptırmamaya çalışıyoruz. Çünkü sandık, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ten, İnönü’den emanet. Biri tek adam rejimini bitirip Cumhuriyeti ilan etti, Meclis kurdu. Biri de bunun devamını da çok partili rejime geçip kaybettiği seçimle iktidarı devretti. Yani iktidarın değişebilir olduğunu gösterdi Türkiye’de. Bugün bu iki kazanımı elimizden almaya, Cumhuriyet’in şeklen, ismen Cumhuriyet olduğunu, hani İran’da da Cumhuriyet var ona bakarsan. İran İslam Cumhuriyeti var. Rejimin adı Cumhuriyet olur da nasıl yönetildiğine bakacaksın. Demokrasiden diktaya geçmeye çalışıyor. Darbe yapıyor ama yaptığı darbe askeri değil sivil darbe. Kamuflaj yok, savcı cübbesi var darbecilerin üstünde. Diktatörlük kurmaya çalışıyor, bunu ben diyorum siz demiyorsunuz. Bunu canlı yayında ben söylüyorum, siz söylemiyorsunuz. Çünkü şundan da tedirginim. Bir yerde bir şey konuşuyorsun, RTÜK tutuyor Özgür Özel... Ya canlı yayında söylüyorum karşımdaki ne bilecek benim ne söylediğimi? O soruyu soruyor ben cevabını veriyorum. Televizyon kanalı görevini yapıyor. Elinde mikrofon konuşma yapıyor, canlı yayın. ‘Özgür Özel’i canlı verme, başın derde girmesin’ demek istiyorlar.”

“BUNUN ADI SELEFİ DARBE”

Özel, erken seçim ihtimali hakkında şunları söyledi:

Erken seçim olsun diye elimizden geleni yapıyoruz. Burada seçimin erkene alınıp alınmayacağını ne Özgür Özel karar verebilir ne Erdoğan. Halkın kendisi karar verebilir. Biz örneğin böyle büyük mitingler yapıyoruz. Bu mitingler erken seçim talep mitingleri 100 binlerden mesela Saraçhane’de 1 milyon 200 bin kişi olmasaydı… İlk gün ben gittim Saraçhane’ye. Girdik içeriye. Yol boyunca da 3 saat böyle Ankara’dan İstanbul’a gelirken camdan dışarı baktım. Dedim ki ‘Emsalsiz, beklenmedik ve önemli bir şey yapmak lazım. Herhangi bir gün gibi bugünü tamamlayamayız.’ Bu nedir, bir kere bunun adını koyalım. Bu darbe. Neye darbe? Geleceği darbe. Bugün ülkeyi yönetenin kendinden sonrakine ve selefine yaptığı, selefi bir darbe. Selefiler demokrasiyi reddediyorlar biliyorsunuz. Ve darbe, Türkiye’nin geleceğine darbe. Erdoğan da uzun süredir bu sandıktan istifade etti ama indiği istasyonda hatırladık. Ya biz demokrasi… ‘Demokrasi bir tramvay, işimize geldi bindik, gelmeyince ineriz’ demişti. Şimdi indiği istasyondayız. Şimdi bu selefi darbe; selefine, Türkiye’nin geleceğine, gelecek Cumhurbaşkanı’na yaptığı darbe. Bu darbenin bir hedefi olmalıdır. Nedir? İki hedefi var. Canlı hedefi İmamoğlu. O, o gece Vatan’daydı, şimdi de Silivri’de. Mekansal ve simgesel hedefi olmalı. O da Saraçhane, İstanbul Büyükşehir Belediyesi. Oraya da kayyım atamaya niyetli olduğu belli, iki soruşturma açmış. Biri yolsuzluk, biri terör. Terör soruşturmasından açtığı, belediye başkanlarını belediye meclis üyelerini de tutukladı. Geliyor. Gittik, Saraçhane’ye girdik. Dedim ‘Buradayım. Ben buraya bir seçilmiş belediye başkanvekili gelene kadar buradayım. Milleti de buraya çağıracağız.’ Biz daha bunları konuşurken, tabii devletin istihbaratı da vardır, güçlüdür, hızlı duyar. Tak, çıktı; beş gün süreyle İstanbul’da üç kişi bir araya gelemeyecek. En sert toplantı ve gösteri yasağı. Arkadaşlar dediler ‘Ne yapacağız?2 Dedim ki ‘Biz bir şey yapmayacağız. Ne yapacaksa İstanbullular yapacak. Ne olacaksa bu gece olacak. Ya olacak, ya olmayacak.’ Çıktım orada balkondan önce bir video çektik. Konuştuk. Aşağıda 50 kişi, 100 kişi, 200 kişi gençler toplanmıştı. ‘Akşam 20.30’da burada 100 binler olacak’ dedim. Alkışladılar. O videoları yayınladık. Ama bir yandan da çok karamsar bir tablo çıktı ortaya. Efendim köprüleri kaldırmışlar, Haliç’teki köprüleri kaldırıyorlar, üç-dört durak metroyu engellemişler, yedi kilometre ileriden çevirme var, araç sokmuyorlar, otobüsleri sokmuyorlar. O sırada bir gürültü. Beyazıt’tan öğrenciler bariyerleri yıkmış, İstanbul Üniversitesi. Öyle çok kalabalık da değil, 2 bin kişi filan bir yandan geldiler. O günü hiç unutmam hakkını da yemem. İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik’e… Vatan emniyetin önündeki CHP’liler, orada bir 3-4 bin kişi Vatan emniyetin önüne toplamıştı. Dedim ‘Gelebilirler mi?’ Dedi ki ‘Başkanım gelemezler ama ben gidersem getiririm onları.’ Fırladı gitti. Önlerine düştü, o da onları getirdi. O 6 bin kişi, akşam üstü 3-4, sosyal medya paylaşımlarıyla akşam oldu 155 bin kişi. İlk gece. İkinci gece 250 bin kişi, üçüncü gece 550 bin kişi, tutuklamanın olduğu dördüncü gece 1 milyon 250 bin kişi.”

“ESKİ BAKAN KARAİSMAİLOĞLU, İSTANBUL’A KAYYIM OLARAK GELİYORDU”

“O 1 milyon 250 bin kişi orada olmasaydı, bugün adı Adil Bakan… Darbenin hani görevlendirme listesi var ya. En başa yazmış ‘İstanbul Büyükşehir’e eski İstanbul Genel Sekreter Yardımcısı Bakan Adil Karaismailoğlu.’ Karaismailoğlu mu nedir işte Trabzonlu bakan. O geliyordu oraya kayyım diye. Bunu şu anda bütün AK Partililer kabul ediyor, bütün AK Partililer. Benim tarif ettiğim darbenin içinde görevlendirme listesinin başında bu vardı. Şişli’de de ‘Şişli Kaymakamı’ yazıyormuş işte, oturttu oraya. Şimdi buraya 1 milyon 200 bin kişi gelmese İstanbul’a kayyım gelirdi. Çünkü o 1 milyon 200 bin kişi kayyım gelirse evlerine dönmeyecekti. Bugün sözüme değer veren, kulak veren herkese söylüyorum. Muhaliftir, beni sevmiyordur, belki benim sözüme değer de vermiyordur, bambaşka bir siyasettendir ama kulak veriyordur. Türkiye’deki herkese diyorum ki demokrasiye sahip çıkacaksak, erken seçimi getireceksen, ‘Gözünün üstünde kaşın var, ben senin şu yönünü sevmem, bu yönünü sevmem’ demeden, bu mitingler, Saraçhane ölçeğinde 1 milyon 200 bin olduğu gibi, bir meydanda 2 milyon kişi, 4-5 milyon kişi ‘erken seçim’ derse, direnirse gerektiğinde dönmemek üzere gelirse o sandık gelir. Bunu Türkiye’deki durumundan rahatsız herkese söylüyorum. Geçmişte AK Partilisindir ama bugünkü emekli maaşıyla geçinemiyorsundur. İşçisindir, yapılan haksızlığı sindiremiyorsundur. Bu adaletsizliği sindiremiyorsundur. Biz şuradan geliyoruz. Saraçhane Meydanı’nda açık söyleyeceğim, ilk günler… Ben ‘Sadece Ekrem İmamoğlu’na değil, Selahattin Demirtaş’a da özgürlük istiyoruz’ dediğimde Zafer Partili gençler homurdanıyordu. ‘Ümit Özdağ’a özgürlük’ deyince DEM’li gençler homurdanıyor. Açık açık konuştuk onlarla. Açık açık. Kaydı da var. Dedim ki ‘Seninkini içeri atınca bu sevinirse, bununki içeride sen sevinirsen hep o sevinir.’ ‘Onun hakkını da birlikte savunacağız, senin hakkını da. Önce biz başkanlarımızı, adaylarımızı, liderlerimizi kurtaracağız. Sonra rekabet ederiz, kavga ederiz demokrasi zemininde.’ Yoksa parça, parça bütün muhalefeti yedi, bitirdi adam. Topyekun bir mücadeleye ihtiyaç var. Onun için biz muhalefetin hatta geçmişte iktidar olup, tek adam rejimine, seçimsizliğe, sandıksızlığa itiraz eden, son seçimde bile iktidara oy vermiş demokratların da bu mücadelenin içinde olmasını bekliyoruz.”

“DARBELERİN KARŞISINDA OLDUĞUMUZU SÖYLEDİM”

“(Bu darbe girişiminin yenilmesi anlamına da gelecek) Aynen öyle. Şunu düşünelim. 15 Temmuz gecesi darbe yapıldığı sırada… Darbe iktidara yapılır. Ama herkes döner muhalefete bakar. Ana muhalefetin gözünün içine bakar. 15 Temmuz gecesi darbe girişimi olduğunda, biz ne yaptık? Ben bunu AK Partili seçmenlere hatırlatırım. A Haber’den izlediler beni. Bize ilk başta diyorlardı ki ‘Solcu, Kemalist subaylar da bu darbeye destek veriyor.’ ‘Yanlış yapıyorlar’ dedim, ‘Destek veriyorsa yanlış yapıyorlar. Darbeyi kim yapıyor, diye bakarsak darbeye karşı olamayız, demokrat olamayız.’ 15 kişiyi önce Genel Merkez’e topladım. Genel Başkanımız uçaktaydı, ulaşamıyorduk. Ondan sonra Meclis’e gittik. Meclis’te de Meclis yolunda da telefon açıldı. Söyledik ‘Biz Meclis’e giriyoruz’ diye. İsmail Kahraman’ı da aradım, grup, meclis başkanvekillerini, Ayşenur Bahçekapılı’ya kadar. Hiçbiri de inkar etmedi. Kitapları yazıldı bunların. ‘Bu Meclis’i açalım. Birlikte direnelim.’ Ben konuşma yaptım. ‘100 yıllık partiyiz’ dedim, ‘Çok yendik, çok yenildik. Ama asla darbeye tenezzül etmedik. Bugün yeniden sandık kurulana, milletimiz yeni bir görev verene kadar ülkenin ana muhalefet partisiyiz. Seçilmiş parlamentonun, demokrasinin, hükümetin arkasındayız.’ ‘Darbenin karşısındayız’ dedim. Tepede F16 uçuyordu. Döndüler Meclis’i vurdular, biz bunları yaptıktan sonra. Ama ben o gece Tayyip Erdoğan’a sahip çıkmadım, sandığa sahip çıktım. Başıma Humeyni gibi gelip de Fetullahçılar oturmasın diye bu ülkenin demokrasisine sahip çıktım. Ama o gün sahip çıktığım Erdoğan, şimdi o gün darbecilerin yaptığını yapmaya çalışıyor.”

“SEN DARBE YAPARSAN BEN KARAR YETER SAYISI İSTEYEREK Mİ DİRENECEĞİM?”

“Şimdi o yüzden Erdoğan’a karşı ‘siyaset dışı’ dedikleri Ömer Çelik ‘Siyaset bu kadar sert üslubu kaldırmaz’ diyor. Siyaset mi yapıyorsun da benden siyasi nezaket bekliyorsun? Bu yaptığın siyaset mi? Ömer Çelik’in şahsına demiyorum. Ömer Çelik’in sözcülüğünü yaptıklarının bize yaptıkları siyaset mi? Sen darbe yaparsan ben darbeye nereden direneceğim? Karar yeter sayısı isteyerek mi direneceğim Meclis’te? O gece öyle mi yaptık? O gece Bülent Tezcan çıktı CNN yayınına Ayşe Keşir’in telefonundan. ‘Şimdi sokaklara çıkma, tankların üstüne çıkma zamanıdır’ dedi. Ben ‘Bütün milletimizi meydanlarda direnmeye davet ediyorum’ dedim. Bugün Meclis Başkanvekili seçtiğimiz büyüğümüz Ankara Milletvekilimiz Tekin Bingöl tuttu, çıktı canlı yayında, ‘Bütün Türkiye’yi darbeye karşı direnmeye davet ediyorum’ dedi. O gece biz böyle yapmışız. Canımızı ortaya koymuşuz. Bir CHP’li darbecilere şak şak yaptı mı? Ama şimdi burada bu sefer bunlar darbe yapıyor elindeki güçle bize. Kardeşim tutuksuz yargıla, TRT’den yayınla. Aç, ver frekansı. Tele1 yayınlamaz mı? Bütün televizyonlar yayınlar. Ver frekansı. Soruyu da duysun millet, cevabını da. Hatırlayalım ilk sabah darbeyi, bu yaptıkları işi basına nasıl duyurdular? ‘560 milyarlık yolsuzluk operasyonu, İmamoğlu suç örgütü.’ İBB’nin altı yıllık toplam bütçesi; 490 milyar. ‘560 milyarlık yolsuzluk operasyonu.’ Şimdi bunu savunan var mı? Yok. ‘Kasadan para çıktı’ diyorlar. Bir baktım tutanağa. Kasadan, 48 mermi çıkmış yayladaki kasadan. Koruma Müdürü’nün ruhsatlı tabancasının mermileri. Çocuklar oynamasın diye küçücük bir kasaya koymuş. Hakan Başkan’ın Gaziosmanpaşa kasası da önceki AK Parti döneminde. Kasanın içinden belediyenin mührü çıkmış. Bir kuruş para yok ikisinde de. Arama tutanakları polis imzalı. TRT ‘Gaziosmanpaşa’nın gizli kasasına erişildi’ diyor. Görüntülerde böyle böyle dolar çıkarıyorlar içinden. (Arşiv görüntüleri, başka görüntüler) Sonra tepki gösterince dedim açıklama yolluyorlar bize yani arka plandan. ‘Yayladaki arama görüntüleri yoktu, stok video kullandık.’ Bula bula. Başka görüntü mü bulamadın? Dolar çıkan görüntü kasadan. Adamın kardeşi inanır ya. Şimdi yazsa ki ‘Özgür Özel’in evindeki kasaya ulaşıldı.’ Benim birader bakar ‘Allah Allah abime bak ne işlere karışmış’ der. TRT bu ya.”

“ANAYASAL DEVLET İÇİN GÜVENCELERE İHTİYAÇ VAR”

“İkincisi; bir demokratik, sivil, güçlü bir anayasaya, anayasanın kendini koruyan maddelerle ihtiyacı var. Bunu esas sorudan önce şunu söyleyeyim. Benim hayalimdeki anayasada, anayasaya uymayan kimse Cumhurbaşkanı bile olsa bunun ağır müeyyedelerinin olması, bunun bir yüksek mahkemece mi veya yüksek mahkemeler dışında yetkili bir mahkemeyle nasıl bir yerde garanti altına alınacaksa, anayasanın her maddesine uyulacak. Uymamanın da müeyyidesi olacak. Ne Meclis Anayasa Mahkemesi kararına direnebilecek, ne alt kademe mahkemesi, ne Cumhurbaşkanı ‘Tanımıyorum, görmüyorum’ böyle bir şey yok. Mutlak bir anayasal devlet için güvencelere ihtiyaç var. Ben bir gün bir anayasa masasına oturacak olursam, o masada birinci şartım, ‘Anayasaya uymamanın denetimi ne, müeyyidesi ne? Buna bir sistem kurulacak.’ İşte bazı ülkelerde, bazı mahkemelerin bu konuda çok etkili şeyleri var. Bir şey kurulması lazım. Ve o mahkemenin tarafsızlığının, tarafsız oluşunun, en iyi hakimlerden oluşmasının bir teminatının kurulması lazım sisteme. Bunu ayrı bir bahis olarak söyledim. Kimle anayasa yapılır? Anayasaya saygısı olanlarla anayasa yapılır. Sen anayasa değil, banayasa istiyorsan yapılmaz. Anayasalar her doğan için yapılır. Bunlar Erdoğan için anayasa istiyor, yapılmaz. O yüzden önce Erdoğan’ın bizi anayasa masasına çağırması için anayasaya uyması lazım. Aksini biz o zaman da desteklemedik ama Türkiye tecrübe etti. Sayın Bahçeli ne dedi? ‘Erdoğan anayasaya uymuyor. Fiili bir durum ortaya çıkmıştır. Anayasayı Erdoğan’a uyduralım.’ Peki uydurabildik mi? Yapıldı bu. Ama ne oldu? Yenisine de uymuyor. Çünkü anayasalar üzerine kim giyerse giysin, olması gereken bir elbisedir. Aşkın zamanlı metinlerdir, kapsayıcı metinlerdir, toplumsal mutabakat metinleridir. Sen Erdoğan’ın üstüne göre bir kıyafet dikersen, bakın herkese uyacak bir kıyafet ve her zaman uyacak bir kıyafet. Dünyada tartışılmayan ne muhteşem anayasalar var. Biri İngiltere’nin, hiç yazılmamış. Ama mutabıklar üzerinde. Yeni nesile de öncekine de uyuyor, iktidar değişiyor, uyuyor. Erdoğan’a kendisi için yapılan anayasa, yedi sene sonra uymuyor. Benim de yedi yıl önceki kıyafetim bana uymuyor. Kişiye özel yapılmış. Kişiye özel anayasa olmaz. Erdoğan 2017 Anayasası yapılırken biz eleştirilerde bulunuyorduk. Sözlü soru kalkarsa, güvensizlik oyu kalkarsa, güvenoyu müessesesi kalkarsa bakanların Meclis’le bağı olmaz, bakanlar vatandaşın sorunlarına bakmaz, atayanın gözünün içine bakar diye. Aynen öyle. O gün ortaya koyduğumuz, mesela bakanların, Cumhurbaşkanının yargılanmasının imkansızlaştırılması bunları suça ve denetimsizliğe iter. Hatırlayalım 2021’de bir ara Sayın Bahçeli 100 maddelik bir anayasa taslağı çıkardı. İletişimi yapıldı, içeriği paylaşılmadı. Ama o gün okuduklarımız o doğruysa Erdoğan’a bir nüshasını vermişti. Ama iletişiminde benim bu söylediklerimi sayıyordu Bahçeli. Bizim 2017’de itiraz ettiğimiz, 2021’de Bahçeli sorun olarak gördü ve ‘Düzeltelim sistemi’ diye önerdi.”

“KAFALARINA GÖRE HAKİM GETİRDİLER”

“Bugün bu anayasaya bir; Anayasa Mahkemesi kararlarına, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına, anayasanın en baştan masumiyet karinesine, hakim teminatına… Kardeşim bizim dokuz arkadaş bu mahkemeye çıktı, aynı suçlamalarla, dokuz arkadaş karşısındaki mahkemeye çıktı. Dört tane sulh ceza hakimi işlem yapıyor. Bu dokuzun sekizini tutukladı. Burada bir hakim, tecrübeli bir hakim şöyle bir karar yazdı. ‘Tutuklama son çaredir, diğer adli kontrol hükümleri kifayetsiz kalırsa başvurulmalıdır. Suçun türü, delil durumuna bakıldığında tutuklama talebi aşkın bir taleptir savcılığın. Tutuksuz yargılanmalarına.’ Kimine ev hapsi verdi, kimine imza, kimine tutuksuz yargılama. Dokuzda dokuz. Buradakilerin aileleri ağladı. Buradakilerin aileleri sevindi. İki gün sonra bu hakimin bu aileler güldü, bunları ağladı diye bu hakimin anası ağladı. Bu hakimi aldılar bu görevden, icra iflas hakimi yaptılar. Sulh ceza hakimini. Yerine kafalarına göre hakim getirdiler. Bu karara itiraz edip, buradaki yan mahkemeden bunun kararını bu veriyor ya. Hepsini tutukladılar. Türkiye’de anayasada hakim teminatı var, ‘Tutuksuz yargılama esas’ diye hukuk fakültelerinde ilk öğretilen şey. Son çare tutuklama. Çünkü ya masumsa? Ne diyor? 100 suçlu bir masum içeride boş yatacağına, bırakın 99 suçlu aramızda gezsin. Hukuk fakültesinde anlatılan temel şey. Bu şunun için değil. 99 suçluyu sal diye demiyor. Tutukluluğun ne kadar istisna olması, hatalı bir tutukluluk talebine ne kadar korkarak yaklaşılması gerektiğini öğretmek için söylüyor. Cezaya dönüşüyor. Sizde yaşamadınız mı Merdan Bey? Beraat ettiğiniz meselelerden tutuklu yatmadınız mı? Ne oluyor? Boşu boşuna. Bu Mussolini’nin ön infaz yöntemidir. Mussolini yapar bunu. Alır, yargılamadan önce infaz eder. Şimdi bugün Türkiye’de istisna olması gereken şey kaide olmuş, kaide istisnaya dönmüş. Tutuksuz yargılama. Anayasa ortada, hukuk fakültelerinde öğretilen gerçekler hukukun temel yaklaşımları ortada, yargılama usulünün temel yaklaşımları ortada. Bunlar diyor ki ‘Gelin yapacağız anayasa.’ Nasıl yapacağız? Dedim ki ‘Menemen yapamayız sizinle bu şartlar altında.’ Bana şunu göstersinler. ‘Hangi şartla gelirsiniz?’ Bakın sondan başa doğru giderek söylüyorum. Bir kere arkadaşlarım tutuksuz yargılanacak. Tutuklu biri varsa kamuoyu tutukluluğa hak verecek. Diyecek ki ‘Tabii canım bu da tutuklu olsun.’ Delil karartma olur, şu bu. Adamı havaalanında uçağın kapısında yakalamışsındır, bıraksan bir daha kaçacak. Ona yurt dışı çıkış yasağı var. Adamı Meriç Nehri’ni geçerken botun dibinde yakalamışsındır, ona tutuklama ver. Elde bilmem neyle delilleri karartırken. Ama kardeşim Ekrem İmamoğlu, bak Tayyip Erdoğan’a pratik olarak düşün bir kere ya. Ekrem İmamoğlu kaçacaksa, bırak kaçsın kurtulursun. Maksadın o zaten. Kaçar mı Ekrem İmamoğlu? Arkadaşlarımız tutuksuz yargılanacak. Bir tutuklama varsa kamuoyunda tartışmalı olmayacak. Herkesin kabul ettiği gerekçelerle olacak. Buna ön şart koymuyorum ama bir iddia olarak koyuyorum. Tutuklamalar canlı yayınlanacak, milletin gözü önünde olacak. Bu TRT, Anadolu Ajansı bir iftiranın kampanyasını değil, hakikatin haberciliğini yapan çizgiye çekilecekler. AYM kararları örneğin Can Atalay için olan, Anayasa Mahkemesi kararı, AİHM kararları, Kavala için olan, Selahattin Demirtaş için olan. Ümit Özdağ’a yapılan haksızlık hemen ortadan kalkacak. Siyasi tutuklular kalkacak. Ve AİHM, AYM olmak üzere Erdoğan anayasaya aykırı bütün tutumlarından vazgeçecek. Sonra anayasa masasına oturmanın usulünü konuşabiliriz. Ama bakın sondan başa gidiyorum ve yine bir bütün olarak anayasaya riayet diyorum, başka bir şey demiyorum.”

“KAYITSIZ ŞARTSIZ TÜRKİYE’Yİ DEMOKRATİKLEŞTİRMEMİZ LAZIM”

(Çözüm süreci komisyonunda varsınız) O başka bir şey. Tarihsel bir tutarlılığımız var. O masanın fikrinin sahibi biziz. Yani bizim söylediğimiz, adı da çözüm süreci değil bu arada onun. Süreç süreci. Burada şöyle bir şey oldu. Size buradan anlatayım, siz de çok seversiniz Sırrı Süreyya’yı. Allah rahmet eylesin. Oturduk biz, güzel güzel konuşuyoruz falan. Dedim ki ‘Bu sürecin adı yok mu? Ben buna süreç süreci diyorum falan.’ Güldü, onun hoştur. Dedi ki ‘Adını sen koy babacığım’ dedi. Dedim ki ya ‘Devlet Bey’in torunu olmuş, adını ben niye ben koyayım. Devlet Bey başlattı geldi size elini uzattı. Bir adını koysunlar. Devlet Bey söylesin.’ Şimdi sonradan terörsüz Türkiye dediler. ‘Terörsüz Türkiye’ye hayır diyenlerle olmaz.’ Biz terörsüz Türkiye’ye evet dedik. Ama terörsüz ve demokratik Türkiye’ye evet dedik. Terörsüz ve demokratik Türkiye’ye. Terörsüz ve otokratik Türkiye’yi kabul etmem ben. Terörsüz Türkiye başımla beraber ama otokrasiyi reddediyorum. Ha demokratik Türkiye’de terörü de reddediyorum. Bu yüzden terör örgütünün silah bırakması önemlidir, bırakmalıdır. Dedikleri gibi kayıtsız, şartsız silah bırakacaklar. Bizim de kayıtsız, şartsız Türkiye’yi demokratikleştirmemiz lazım. Çünkü eğer demokrasi olmazsa, otokrasi olursa bu ülkede huzur olmaz ve terörsüzlük kalıcı olmaz. Bir terörle mücadele sona erdirildiği dönemde atılacak demokratik adımlar ülkenin toplumsal barışı için en önemli fırsattır. Bu fırsatların hayata geçirilmesi lazım. Bu süreçte ‘Sen terörsüz Türkiye’ye destek ver ve sus.’ Ben terörsüz Türkiye’ye destek veriyorum ama susmuyorum. Demokrasi de istiyorum. Bizim aradaki fark bu. Şimdi bu masa o açıdan önemli bir masa. Neden? O masa neden var? Bütün partiler otursun. Orada demokratikleşme adımları atılacak. Ben o fikrin sahibi olarak o masayı sahipsiz bırakamam. Ama o masayı antidemokratik yönetmeye çalışırlarsa, ona da sessiz kalmam veya onu da kabul etmem. Ona da eyvallah etmem. O masanın demokratik kurulup, demokratik yönetilmesi lazım. O masada benim oturmam, bir kere baştan söz vermişim. Şehit aileleri ve gazilerin sesinin duyulması, o komisyonda onların dinlenmesi, onların onay vermeyeceği işlerin yapılmaması için. Biz 250’nin üzerinde şehit ve gazi derneğine gitmişiz. Cumhuriyet Halk Partisi. Her birinden arkadaşlarım olumlu mesajla dönüyor. Tepedeki üç büyük yapıyı bizzat ziyaret ettim. Bana dedikleri şu, ‘Sizin duruşunuzdan, tutumunuzdan razıyız. Bizim dediklerimizi savunmanız çok önemli. İfade etmeniz önemli. Ben yandım başkası yanmasın. Ama kimse de kimseyi kandırmasın. Şeffaf ve toplumsal mutabakatla bir şey ilerlesin’ diyorlar.”

“DEM PARTİ, ‘BİZ YOKUZ’ DİYEMEZ”

“DEM Parti, Cumhur İttifakı’na yaklaşır mı” sorusuna da yanıt veren Özel şunları söyledi:

“Şöyle söyleyeyim. Şimdi benim bu konularda böyle bir öngörü söylemen doğru değil, haksızlık olur. Bu DEM Parti meselesine elbette eleştirel yaklaşanlar, şüpheli yaklaşanlar olabilir. Ama ben DEM Parti’nin bugüne kadar bizimle yaptığı görüşmelerde ve topluma açık söylediği söylemlerinde bunca yıllık mücadeleleri, bunca yıllık ortaya koymuş oldukları perspektif, dile getirdikleri siyaset açısından, bu yaklaşımı bir fırsat olarak görmeleri ve buna ciddi bir destek vermelerini son derece anlaşılır buluyorum. Nasıl ben tarihsel bir tutarlılık içinde, ‘Bir masa olursa demokratikleşme, oraya geliriz otururuz’ diyorsak, onlar da yıllardır söylediklerini ve söylediklerinden hatta ilerisini, Devlet Bey söylemişken devlet sahiplenmişken iktidar bunu taahhüt ediyorken ne yapsındı DEM Parti yani? (Takındıkları tutumu haklı görüyorsunuz yani) Şu anda kendileri açısından ne yapsınlar? Şimdi DEM Parti’nin söylediklerinin, taleplerinin karşılanacağı bir zemin vaat ediliyorsa, DEM Parti şey mi diyecek, ‘Kardeşim biz burada yokuz’ falan. Diyemez. Bu açıdan DEM Parti’nin bu müzakere içinde olması, kolaylaştırıcı olması, geliyor, gidiyor olması, istekli olması önemli. DEM Parti’nin bu noktada hiçbir partinin dışlanmamaması konusunda hassasiyet gösteriyor olması da önemli. Diyor ki ‘Herkes burada olmalıdır, kimse dışlanmamalıdır’ falan filan. Buradan sonra bunun bir iktidar partisine, şimdi 8-9 yıldır Selahattin Demirtaş’ı içeride tutulmuş. DEM Parti’nin bana anlattıkları, yani sevgili Mardin Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Türk görevden alındıktan sonra bir sohbetimiz olmuştu. Ne zor olduğuna dair. ‘Aynı sandığa dört kere sandık görevlisi atıyorum. Dördünü de terör örgütüyle irtibatlı veya KCK, HDK bir şey söyleyip tutukluyorlar’ diyor. ‘Sandığa artık görevli bulamıyorsun bizim burada’ diyor. ‘6 bin sandık görevlimiz tutuklandı’ falan diye bir şey söylediler. Rakam yanlış olabilir, ama böyle inanılmaz rakamlar. Dünya kadar HDP’de siyaset yapmanın, DEM’de siyaset yapmanın terör örgütü üyeliği kabul edildiği neredeyse bir süreç yaşandı. Bundan sonra yaşananlarla, kimseye, hani hiçbir seçmene de akıl verecek bilmem ne yapacak değilim. Ama kendi adıma bir okuma yapıyorum. Bundan sonra yaşananlarla Selahattin Demirtaş’ın, Figen Yüksekdağ’ın, aynı anda Türkiye’de bütün savcıların ki hiçbirinin birbirinden haberi olmaması gerekirken gizli soruşturmayken, düğmeye bir yerden basılarak biri Kandıra’ya, biri Edirne’ye gideceği yerler, uçaklar bile hazırlanmış. Bilmem ne falan. Böyle bir şey olmuş. Böyle süreçler yaşandıktan sonra bu kadar benim mesela Türkiye Eczacılar Birliği’ndeki misafirhane arkadaşım Hüseyin Olan bir gün bana dedi ki, Türk Eczacılar Birliği Denetleme Kurulu üyemdi benim. ‘Ya başkan senden bize bulaştı bu’ dedi. Tabii bir politik geçmişi var ama aktif siyaseti yok. ‘Ya bana belediye başkanlığı teklif ediyorlar.’ ‘Abi kabul et tam senlik iş’ dedim. Çok tertemiz bir insandır Hüseyin Olan. Yani böyle her yönüyle dört dörtlük bir yerel yönetici tipolojisi. ‘Abi kabul et. Vallahi yaparsın’ dedim. ‘Ya kabul edeyim mi?’ ‘Et’ dedim. Göreve geldi, altı ay sonra eş belediye başkanlığı sistemi var ya, efendim kamunun kendine verdiği yetkiyi paylaşma suçundan, ağır da bir yere sokmuşlar. Bir attılar yedi yıl hapis yattı. Gittim ziyarete. Belediye Başkanı, camın arkasından konuştuk telefonla. Elimizi böyle koyduk, gözlerim doldu. ‘Yaktın beni’ dedi aynen dediğiniz gibi. 6.5 yıl sonra çıktı, şimdi milletvekili Meclis’e geldi sevgili Hüseyin Olan. Sütte leke var Hüseyin Olan’da leke yok, altı yıl hapis yattı. Şimdi bunları gören, bu kadar politik bilinci yüksek Kürt seçmen bu olanları görüp, bundan sonra yaşayacağımıza bakıp Cumhur İttifakı’na DEM’i yakıştırır mı, DEM oraya gider mi falan bunların hepsini göreceğiz. Ama ben bugüne kadar yapılanlarda DEM Parti açısından bir tutarsızlık, bir şey görmüyorum.”

“ERDOĞAN’I BÜYÜK BİR DEMOKRASİ İTTİFAKI YENECEK”

“Bu süreci, hepimizin birden Türkiye’nin demokratikleştiği, hiçbir siyasi partiye, siyasi gerekçelerle bugün bize dün DEM’e yapılanların yapılamayacağı bir demokratik düzleme getirmek lazım Türkiye’yi. Bu güvenceyi sağlamak lazım. Bence esas mücadele bu. Ayrıca Erdoğan’ı yenecekse partiler yenmeyecek ki. Erdoğan’ı yenecekse büyük bir demokrasi ittifakı yenecek. Sen demokrasi ittifakının seçmenini kolundan sürükleyip bir yere götüremiyorsun. Yerel seçimleri düşünün. CHP 11 ay önce beş parti ile birlikte yüzde 25 oy almış. 11 ay sonra tek başına hiçbir ittifak yokken ve altıncı ittifak ortağı da karşısında çok sert siyaset yapıyor, en güçlü adayları çıkarıyorken yüzde 38 oy aldık. Ben Manisa’da ilk aday olduğumda Sayın Baykal‘a, ‘Ya bir önceki yerel seçimde yüzde 6 dedim. Bu seçim alınamaz.’ Baykal bana dedi ki Allah rahmet eylesin, ‘Manisa alınacak’ dedi, ‘Bu seçim değil ama bir seçim alınacak ve sen alacaksın’ dedi. Sen şimdi partinin bayrağını taşımaya gidiyorsun.’ Biz Manisa’da yüzde 6’yı da gördük, son seçimde yüzde 60’ı da gördük. O yüzden ‘Manisa merkez sağın kalesi, Manisa AK Parti’nin kalesi.’ Altı milletvekili çıkardı AK Parti Manisa’da bir ara. Bugün o Manisa’da, AK Parti - MHP ile birlikteliğine karşı yüzde 60’a kadar oy aldık. Son ankete göre, bizim Gökan Zeybek parmak hesabı yapar. Böyle olağanüstü hesap makineleri ile o sunucu zor bulursun. Gökan Zeybek’e göre altı çıktı, yediye gidiyor Manisa’da CHP, 10 milletvekilinden. Bana göre beş çıktı, altıya gidiyoruz. O yüzden bir şehrin ya da bir ülkenin sandıktaki davranışını, hangi fikirle, hangi anlayışla ittifak ettiği duygusu değiştiriyor artık Türkiye’de. AK Parti’nin altı, yedi milletvekili çıkardığı yerde yüzde 60’la CHP belediye kazanıyorsa, yüzde altıdan gelip, Kastamonu’yu kazanıyorsa CHP Afyon’u, Uşak, Sivas’ın doğusuna ne diyordu Tayyip Bey? ‘Ey Deniz Bey’ diyordu ‘Sivas’ın doğusunda hiç göremiyorum seni.’ Öyle yapıyordu değil mi? Ege’de hiç göremiyorum… Türkiye’de yedi bölgede il belediyesi olan tek partiyiz biz. Yedi bölgede il belediyemiz var. AK Parti’nin yok. Neden? Bütün Ege’yi almışız. Ege’deki bütün şehirler ve il belediyeleri bizde. ‘Ey Tayyip Bey göremiyorum seni Ege’de’ demedim hiç ona. Niye demedim biliyor musunuz? Siyaset, kibri cezalandırır. Siyasette kibri millet cezalandırır. Doğrusu bu. Siyasette tepeden bakmayı, kendini üstte görmeyi, hor görmeyi, alaycılığı, millet cezalandırır. Son seçim sonucunun sırrı odur.”

“GEÇMİŞ OLSUN DEDİM ELİNİ SIKTIM”

(Bahçeli ile el sıkışma görüntünüz yansıdı) “Ona da kızan var. Şöyle Meclis başkanlığı seçimi vardı. Biz Meclis başkanlığı seçimini önemsiyoruz, aday çıkarıyoruz, en yüksek oyu almaya. Çünkü Meclis’e değer veriyoruz. Her partinin aday çıkarması önemlidir orada. Mesela şöyle bir şeye koşmuyoruz; ‘Muhalefet bir ortak aday bulsa.’ Her parti kendi adayını çıkarsın, en etkin şey olsun. Sonuçta Meclis kendine başkan seçiyor. Ben gittiğim gibi Meclis’te bu tip işlere Devlet Bey’in bir devamlılığı vardır. Hakkını teslim etmek lazım. Koridora girdim. Bir kalabalık, ‘Devlet Bey gelmiş’ dediler. ‘A gelmiş mi?’ dedim. Çünkü hani sağlık durumu, ‘Bayramdan sonra Meclis çalışmalarına başlayacağım’ diye söylemişti. Ben gelmeyecek sanıyorum. Baktım oturuyor. Yöneldim oraya, gittim Devlet Bey’e. Dedim ki ‘Sizi burada Meclis’te yeniden görmek güzel Sayın Genel Başkanım.’ ‘Geçmiş olsun’ dedim, elini sıktım. Şimdi ben anlamıyorum bazı arkadaşları. Bizim Manisa Hacıaliler köyünde MHP’li ile CHP’li birbirinin cenazesine de gidiyor, düğününe de gidiyor. İyi gününü, kötü gününü birlikte yaşıyorlar. Orada el sıkışmamak yok. Türkiye siyasetine bir el sıkışmama getirmeye çalıştılar. Ben de ilk kazandığım seçimden sonra ‘Birinci partiye düşer’ diyerek, Erdoğan dahil bütün liderleri bayramda aradım. Erdoğan dahil bütün liderlerle de görüştüm, konuştum, el sıkıştım. Tamamıyla. Devlet Bey de dahil.”

“BU BAYRAM HİÇBİR SİYASİ PARTİ İLE BAYRAMLAŞMAYACAĞIZ”

(‘Herkesle bayramlaşabilen tek parti biziz’ diyorsunuz) “Biz Cumhuriyet Halk Partisi tüm partilerle bayramlaşan tek partiyiz. Ama bu bayramda geçen bayram olduğu gibi hiçbir partiyle bayramlaşmayacağız. Bütün partilerin, AK Partililerin, MHP’lilerin, tüm muhalefet partilerinin seçmenlerinin ve liderlerinin bayramını kutlarım. Ben bayramlaşamıyorum, bana bayram gelmedi. Şimdi ben Hakan’ın yüzüne nasıl bakacağım böyle olursa? Ben yarın Manisa’da olacağım, bayram namazına gideceğim. Köyümüze, kurbanı nerede keseceksek oraya gideceğim. Anamın, babamın ellerini öpeceğim. Bayramın, bayramla ilgili dini ritüellerin, geleneksel üstüme düşeni ayrı. Ama ben bugünü bir bayram olarak göremem, bayramlaşamam. Bana bayram gelmedi. (Erdoğan demiş ki ‘Ana muhalefetin kimseyle bayramlaşamayan bir parti haline gelmesinden üzüntü duyuyoruz. Temennimiz yanlışta ısrarın bir an önce son bulması. Türkiye’nin renklerinin bir araya gelmeyi başarabilmesidir.’) Şimdi Sayın Erdoğan’a şunu hatırlatayım. Geçen bayramda, yani 31 Mart’tan sonraki nisanda bütün partilerle bayramlaşan tek parti biziz. Devamındaki kurbanda bayramlaşan biziz. MHP ve AKP, DEM ile bayramlaşmazlardı. ‘Serok’ dedikleri, hitap ettikleri için. Sayın Başbakan Davutoğlu’nun partisiyle, hain gördüğü için AK Parti de DEVA ile bayramlaşmazdı. Bu bayramda da bu bayramlaşmamaları sürdürüyor DEM hariç. Biz genel olarak bayramlaşırken bütün partilerle bayramlaşabilen tek partiyiz. Öyle böyle rezervlerimiz yok. Bayramlaşırız, burada bir sıkıntımız yok. Ama şunu net olarak söylüyorum. Erdoğan, Cumhuriyet Halk Partisi’nden bayramı çaldı. Bayramımızı çaldı. Ben Ekrem Başkan içerideyken, ben içeride dünya kadar kişinin çocukları ağlıyorken… Pınar Hanım’ı daha dün Silivri’den Düzce’ye sürmüşler, çocukları sekiz saat haber alamadı. 86 yaşındaki annesi Kadriye Hanım telefonda ‘Kızım nereye gitti’ diyor, ağlıyorken bayramlaşamayacağım, kusura bakmasın yani. Ben bayramlaşıyor da Erdoğan’ın partisini ayırıyor değilim. Ben bütün partilerle bayramlaşıyorum. Yeter ki bayram gelsin. Kusura bakmasınlar, sayelerinde bayramımız çalındı yani.”

“TÜRBÜLANS ANONSU YAPALIM, HİÇBİR ŞEY OLMAZ”

“(38. Olağan Kurultayı’na ilişkin dava sürecinde Kılıçdaroğlu ile görüşüyor musunuz? Karar olumsuz çıkarsa B planınız nedir?) Birincisi bu yaşananları sonuç odaklı değil süreç odaklı görüyorum. CHP’yi tartışma içinde tutmak, türbülansta tutmak için. Buradan da bütün partililerimize şunu bir kez daha hatırlatayım. Uçakta herkes ne zaman çığlık atar ve paniğe kapılır? Türbülans olduğunda değil, şiddetli türbülans olduğunda değil. Türbülans anonsu yapılmadan türbülans olursa millet bağırır. Onun için ‘Birazdan içinde bulunduğumuz hava şartları gereğince sallanacağız, korkmayın’ deyince kimse korkmaz. Beklenen bir şey yani. Buradan bütün Cumhuriyet Halk Partililere ve muhalefet seçmenine söylüyorum. İçinde bulunduğumuz siyasi şartlar gereği, siyasi iklim gereği şiddetli sallantı olacaktır. Uçak düşmez. Kimse korkmasın. Türbülans anonsunu yapayım, ne yaşanırsa yaşansın. Gemiyi rüzgar, dalga değil panik batırır. Biz niye paniğe kapılalım ki? Bazılarını görüyorum, çok iyi niyetli, paniğe kapılmış ‘Şu olacak, bu olacak.’ Hiçbir şey olmaz kardeşim. Ahlaki üstünlük sendeyse, psikolojik üstünlük sendeyse çoğunluk enerjisi sende olur, kazanırsın.”

“MASAK RAPORU TERTEMİZ”

“Adamlar bizi panikletmeye çalışıyorlar. 50 tane yalan. İddianame kabul edildi doğru, bir iddianame var. Yola çıktığımızda bütün televizyonlar ne konuşuyordu? ‘Bütün’ derken buraya ne kadar sirayet etti bilmiyorum. ‘Böyle iddialar var’ diye konuşulmuş olabilir. Ama merkez medya ve yandaş medya ‘CHP kurultayı satın alındı’ diyordu. Hatta ne diyorlardı? ‘Döviz büroları açtırıldı, paralar dağıtıldı’ diyorlardı. Şu andaki iddianamede MASAK raporunun özeti var. MASAK raporu da iddianame ekinde. MASAK raporu bin 300 delegemiz ya da ‘Adı geçen iddialar üzerinden’ diyeyim, tertemiz. ‘Bir para hareketine rastlanmamıştır.’ Bir kere bunu kenara koyalım, bunu bilelim. MASAK raporu var ve tertemiz. İnanmayan baksın. (İddianame girişinde yazmıyor) Maalesef savcılar şöyle, sanki hep aleyhe delil toplarmış gibi aslında lehe de delil toplayacağı için şunu yazmalı. ‘Bütün iddialar üzerine MASAK’a başvurulmuş, gelen rapor ektedir’ diyeceğine… Gelen raporun bir özetini de koymuş. Girişinde ‘MASAK raporuna göre bir şey bulunamadı’ yazmamış. Bunu da savcıyı eleştirmek için söylüyorlar ama sonuçta hakim bakacak zaten MASAK raporuna. MASAK raporu tertemiz. İki, ne diyorlardı? ‘Döviz büroları açtırıldı.’ Güya, bir tanık var. Beyanı şu; ‘Ben Moda’da oturuyordum.’ Ben onun Moda’da ne yaptığını biliyorum da o tanığın… ‘Moda’da oturuyorum, yan masada iki UBER şoförü olduğunu anladığım, şoför konuşuyor, diyorlar ki: Abi nasıl ya o pazar günü kapalı çarşıya gittik. Dört döviz bürosu açıldı. İki Vito dolusu parayı götürdük. Kurultayda dağıtıldı falan.’ (50 milyon dolar.) 50 milyon doları herhalde iki vagonla falan taşımazsın. Bunu gitmiş ifade vermiş. Ne UBER var, ne şoför var. Söylediği dört tane büronun da kamera kayıtlarında o gün o bürolar hiç açılmamış. Pazar ya hiç açılmamış. Böyle yalanlarla baş ediyoruz. Şimdi bunun üzerinden iddianame, bakın ne oldu? (Biraz önce Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmiş) Oradaki kumpası söyleyeyim şimdi. Ağır cezaya yollansın, hiç itirazım olmaz. Kumpas ne biliyor musunuz? Ne yapacaklar? Duymuştum ‘Olacak’ diye. Şimdi yayın sırasında siz okudunuz. Büyük ihtimalle Sayın Kılıçdaroğlu’nu, ‘İfade vermem’ demişti ya Sayın Kılıçdaroğlu çağrıldığında. Cezada çağrıldığında gitmeyebiliyorsunuz. Ağır cezada zorla getirme çıkarırlar Sayın Kılıçdaroğlu’na.”

“YAPICI BİR DİYALOG İÇERİSİNDEYİM”

(Biraz önce ağır cezaya gönderilmiş iddianame) Burada Sayın Kılıçdaroğlu'na zorla getirme çıkarırlar. Kemal Bey’i zorla getirme üzerinden yeni bir tartışma çıkarırlar, yeni bir tartışma. Yeni bir mağduriyet, yeni bir tartışma. CHP’nin kurumsal kimliğine yeni bir saldırı. Ben Kemal Bey’e bir yargılama yaptıklarında gittik birlikte durduk falan. Aynı dayanışmayı gösteririm hiçbir şey yok ama. Kemal Bey ‘İfade vermeyeceğim’ demişti. Suç cezada devam etse, zorla getiremez. Ağır Ceza’dan korkarım ki öyle bir şeytanlık yapacaklar. Korkarım ki. Yayındayız bak iddianame yeni yollandı diyorsunuz. Bunların hepsi süreç odaklı. Ben Kemal Bey’le en son Sosyalist Enternasyonel toplantısına onu davet için telefonla görüşmüştüm. Ondan önce Anneler Günü’nde eşinin telefonu Selvi Hanım’ın kapalıydı, onun telefonu üzerinden görüşmüştüm. Benim Kemal Bey’le kötü bir diyalog içinde olmam mümkün değil. Çünkü ben partinin mevcut Genel Başkanıyım ve benim görevim kendisine ve diğer önceki genel başkanlarıma saygıda kusur etmemek. Zaman zaman olur olmaz laflar ediliyor falan üzülüyorum. Böyle olmadık tartışmaların içine giriliyor, çıkılıyor üzülüyorum. Sayın Genel Başkanla da ben iyi, doğru, yapıcı bir diyalog içindeyim bugüne kadar. Bundan sonra da böyle olmak, hem benim kişilik yapım bunu gerektirir. Hem de partimde üstlendiğim görev bunu gerektirir. Bundan sonra bu süreçlere ilişkin ihtiyaç olursa otururuz, konuşuruz. Yani şöyle bir şey olmaz. Ben açık açık söyleyeyim. Bu partiye kayyım atayacaklar falan filan. Cumhuriyet Halk Partisi’ne kayyım atamak öyle bir kolay bir iş değildir. Cumhuriyet Halk Partisi’ne de kimse seçimsiz gelip oturamaz, önceki Genel Başkanlar da bunu kabul etmez. Hikmet Bey de söyledi, Kemal Bey de kabul etmez. 2 milyon CHP’linin vicdanı, Türkiye’nin vicdanı kabul etmez. Atatürk’ün getirdiği koltuk Türkiye’ye, genel başkanlık da olsa Cumhurbaşkanlığı veya Başbakanlık, yürütmenin başı da olsa seçimle gelinen koltuktur. Atatürk’ün partisinde Atatürk’ün koltuğuna kimse seçimsiz birini oturtamaz. Kimse oturtamaz. Ha bir sürü iftira ettiler, yok kayyımdır bilmem nedir. Aynı iftira ettikleri delegeyi çağırdık, yaptık. Geçerli oyların tümünü aldığımız, Cumhuriyet Halk Partisi tarihinde Genel Başkanın anahtar listesinin delinmeden geçtiği ilk kurultayı yaşadık. Haysiyetiyle oynadıkları delegeler ne kadar haysiyetli insanlar olduklarını gösterdiler bütün Türkiye’ye. ‘Bin 200 tane telefon dağıtıldı’ deniyordu, ya iki telefon aynı yerden alırsa çıkar. IMEI numarası nereden üretildi, ne zaman geldi, hangi numara takıldı. ‘Çıkarın telefonları gösterin. Savcı bey biraz da lehe delil toplayın’ dedim. Hadi bulun bin 200. Aynı şey gibi.”

“NİYETLENSE KENDİ EŞİNE ANLATAMAZ”

Gezi’de, ‘6 bin tane pizza sipariş edildi, yurt dışından parası ödendi…’ Ben Gezi’nin arkadaşların beraat ettiği davasına gitmiştim, mahkum olduğu davaya da gittim. O gece 6 bin tane değil 60 tane toplu pizza siparişi yok İstanbul’da. Yurt dışından bir tane ödeme yok pizzacılara. Ama FETÖ’cü yalanı işte. Bu da işte bir tane tuttu o yalanı günlerce anlattı. (Osman Kavala da ondan yatıyor) Ondan yatıyorlar, bilmem ne yatıyorlar. O yüzden ben şunu söyleyeyim. Bizim partiyi tartıştırarak gücümüzü bölmeye çalışıyorlar. Türbülans olur, kaptan pilot kabinde, yanındaki bütün ekip hem tecrübeli hem çok dinamik hem çok cesur. Bütün yolcuları çok seviyoruz. Onlar bizi çok seviyor. Biz bu uçağa düşürmeyiz, biz bu gemiyi batırmayız. Ha dışarıdan taciz uçuşları, taciz atışları, saldırılar bilmem neler. Sanki gemide isyan çıkacakmış gibi bilmem neler. O kadar kolay değil bu geminin ilk kaptanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk. (Bir biçimde butlan olursa, eski yönetimin gelme durumu nedir?) Gelmezler, gelmezler. (Bunun için bir diyaloğunuz oldu mu? Görüşmeyi düşünüyor musunuz Kemal Bey’le?) Küfür sayarım arkadaşlarıma ya. Şimdi bir önceki kurultaydan kim vardı mesela? Bir önceki şeyde? Örneğin Faik Öztrak, Ali Öztunç. Şimdi bu arkadaşlar, o kurultayı yaşamışız, o kurultayın içindeler. Her şeyi birebir yaşadılar. Kurultayda haksızlık yapıldıysa biz adaydık. Mesela oturacağımız yerler karşılıklı anlaşılmıştı, gece ikide bizim oturmamız gereken tribünlere başka yerden getirilmiş, bizi desteklemeyen arkadaşlar oturtuldu. Öyle o günü helalleşilecek şeyler oldu, ‘Büyük haksızlık’ dedik. O an kızdık. Şarkımızı çalmadılar, kızdık. Sonrasında helalleştik. Siyasi partilerde rekabette bunlar olur. Ama bunu yaşamışlar. Şimdi gelecek AK Parti, Cumhuriyet Halk Partisi 31 Mart tarihinde bu yönetimin gösterdiği adaylarla Türkiye’nin yüzde 65’inde belediyeleri kazanacak. 47 yıl sonra birinci parti olacak. Yüzde 36 küsür oy alacak. Son anketlerde, işte dün 37 çıktı. 47 yıl sonra seçimden bugüne yapılan anketlerde iki ya da üç ayrı ay hariç hep birinci parti çıkacak. Bir tek kendi aramızda kurultay yaptığımız aylarda ikinci parti çıktı. Çünkü CHP yine karışıyor korkusu olacak. Sırf bunu düşünen birileri de partiyi karıştırmak için uğraşacak. Sonra bütün itiraz süreleri geçmiş, bilmem nesi geçmiş kurultay, yenisini yapmaya gidiyoruz artık Kasım ayında yenisi olabilecekken onu iptal etmeye kalkacaklar. Oradaki arkadaşlarımız da gelecek burada koltuğa oturacak. Ya ben bunu ‘Yapmayın’ demeyi, yani zaten şimdi siz söylediniz, ayıp olmasın. Faik Bey’e bunu söylemeyi küfür sayarım. En ağır ayıp, hakaret sayarım. Yapmaz arkadaşım. Bilirim ya. Gürsel Erol yapmaz. Ali Öztunç da yapmaz. Yapmaya niyetlense kendi eşine anlatamaz, yakın arkadaşına anlatamaz.”

“DELEGENİN TAMAMININ OYUNU ALDIK”

Genel Başkan Özgür Özel, “B planlarının olup olmadığı” sorusunu şu sözlerle yanıtladı:

“Şöyle bir şey. Bir kayyım atanırsa o binadan içeri giremez. Kayyım dışında o mutlak butlan durumunda önceki yönetici arkadaşlar zaten böyle bir şeye tenezzül etmez. Tenezzül edecek birisi varsa zaten Cumhuriyet Halk Partili değildir. Bugüne kadar bizi kandırmış demek ki. Yani AK Parti ile birlikte anlaşıp AK Parti’nin butlanından kendini iktidar çıkarmaz hiçbir Cumhuriyet Halk Partili. Ne yapmak gerekiyorsa o yapılır. Kağıt üzerinde karar alınır, kurultay yapılır isteyen gelir yarışır. İstediği gibi yarışır. Ama o delegeyi zaten getirmişiz. Hepsi o delegeyi biliyor. Geçen seçimde 51’e 49 yarıştığımı delegeden geçen kurultayda oyların tamamını almışız. delegenin isteğiyle yaparsın. İsteyen delegeler hangi ilinse gider onun da o kurultayını iptal eder. Bir yolunu bulur. Niyet kötü olduktan sonra bir yolunu bulurlar. Şunu düşünün, o kurultayı yok saydıktan sonra, ‘O kurultay yoktu, bu süreçte yapılan herhangi bir işlemi kabul etmem.’ Ya bir de işin şu tarafına baksanıza. O kurultayın seçilmiş Genel Başkanını, yönetimini falan yok saydığını düşün. PM’sini de yok sayacak değil mi? Neye göre yok sayacaksa, iddianamede de yok. O Genel Başkan, o PM bir sürü belediye başkanı görevlendirdi, o zaman dönecek, ‘Bu belediye başkanı görevlendirmeleri, atamaları da usulsüz’ diyecek. Onlara da el mi koyacak Türkiye’deki bütün belediyeler? Onu da yapsaydı bari.”

“BU VAKİTTEN SONRA İMAMOĞLU’NUN ADAYLIĞINA KENDİSİ BİLE ENGEL OLAMAZ”

Özel, adaylık süreci hakkında ise “Şöyle bir şey söyleyeyim. Kendimle ilgili ilk baştan beri söyledim. Aday seçeneği olarak kendinizi kafada tuttuğunuz anda o fikir size yanlış yaptırabilir. Ben o yüzden en doğru adayı belirlemeyi ant içmiş birisiyim. ‘En yüksek oy kimden alınıyorsa onu aday yapacağız’ dedim. Ekrem İmamoğlu‘nun adaylığı noktasında benim artık adayım değil o. 15 milyon 500 bin insanın adayı. 23 Mart günü gittiler, ön seçim ve dayanışma sandıklarında kendisine oy verdiler. Bu vakitten sonra onun adaylığını kendisi de değiştiremez, kendisi de engel olamaz. Ben de engel olamam, kimse engel olamaz. Aday gösterme günü geldiğinde adaylığının önüne bir engel çıkarsa o gün geldiğinde ona bakarız. Bizim ABC…Z planlarımız Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığı. Ama teknik engel varsa, en yüksek oyu kim alıyorsa o aday olur.”

“TEK HEDEFİM; DOĞRU ADAYLA ERDOĞAN’I GÖNDERMEK”

(Teknik engelden söz ediyoruz.) Teknik engel varsa o gün en doğru kararı veririz. Ama tek başıma vermem. Bakarız anketlere. Anketleri gösteririz üyelere; ama üyeyle ama milletle bir daha koyarız sandığı. Ekrem İmamoğlu yerine kim aday olacak onu belirleriz. Ama şunu bilsin herkes; kimseyi de kimsenin yedeği yapıp, yedek aday üzerinden bir itibarsızlaştırma, bir yıpratmaya da aracılık etmem, vesile olmam. Eğmeden, bükmeden söyleyeyim. ‘Ekrem İmamoğlu aday olamıyorsa, yedeği Mansur Yavaş’ veya ‘Yedeği Özgür Özel.’ Değil. Bu oraya da buraya da zarar verir. Bizim adayımız; benim ve Mansur Bey’in de kullandığı oylarla Ekrem İmamoğlu. Bir kumpasla aday edilmezse bakarız anketlere, en önde çıkan isim kimse onu… Tek isimse, üyemize; birkaç isimle kazanıyorsak yine üyemizin önüne. En doğru kararı üyeye verdirtiriz. Kendimle ilgili gelecek hedefim; seçim gecesi bir kez daha, kurulduğu günden beri ilk kez o partinin bahçesi, yan yolu, arka yolu, bağlanan bütün yolları insan seliydi. İğne atsan yere düşmüyordu. Konuşma için çıktım ve hayalimdeki konuşmayı yaptım. ‘Görüyor musunuz?’ dedim, ‘Söz verdiğimiz gibi partinin bütün ışıkların yanıyor’ dedim. Sabaha kadar da yandı. Ben bu konuşmayı bir kere daha yapayım, ertesi sabah Allah canımı alsın. Ben dünyanın en mutlu insanı olarak giderim. Bunun dışında şu kadarcık kendime ilişkin bir hedefim varsa bugünden yarına çıkmayayım. Bu kadar söylüyorum. Yok bir hedefim. Hedefim doğru adayla Erdoğan’ı göndermek.”

“SALDIRIYA İLİŞKİN ‘SONUÇ ALINCA BİLGİ VERECEĞİZ’ DEYİP SUSTULAR”

“(Bir saldırıya uğradınız. O saldırıyla ilgili gelinen durum nedir? Ne oldu o kişiye?) Tutuklu. Saldırının yapıldığı gün çok sayıda hem geçmiş olsun telefonu aldım. Hem de İçişleri Bakanı’ndan, ayrıca hakkını yemeyelim; Beyoğlu Kaymakamı, İstanbul Valisi, İçişleri Bakanı. Ama İçişleri Bakanı en yetkili olarak orada bana o gün ve ertesi günü hızlı bilgilendirmeler yaptı, teşekkür ediyorum. ‘Peşini bırakmayacağız’ dedi, teşekkür ediyorum. ‘Soruşturma açacağız’ dedi, teşekkür ediyorum. Sonucu ne oldu? Bilmiyorum, ben de merak ediyorum. Nedense bir bilgi vermiyorlar. Bu soruşturma nereye vardı? Yani ‘Bilgi vermiyorlar’ derken, şimdi öyle bir iş akışıyla gitti ki. ‘Sonuç alınca bilgi vereceğiz’ dedi, sustular. Bunu gerçekten İçişleri Bakanı’nın aydınlatması lazım. Bizim arabamızı VIP otopark denen, bizim oradan çıktığımızda o gün katılan işte Sayın Ömer Çelik’in, diğer AK Partililerin, MHP’li Meclis Başkanvekilinin çıktığı yere almayan biri var. Bizim arabaya içeri girmek istediğimizde engel olan biri var. (Protokolde en üst sıradasınız) O gün katılanlar içinde. Bizim Koruma Müdürümüz o gün evladının yaş gününden dolayı izinliydi, Mersin’e gitmişti. O yüzden de Emniyet Müdürü seviyesinde değil, Komiser seviyesindeyiz. Emniyet Müdür Yardımcısı bizim oradaki şeyimizden yararlanarak, bizim arkadaşlara ‘Sizin yeriniz burada, giremezsiniz’ deyip, bizim arabayı oraya koyuyor, bana o yolu yürütüyor. İki saat önce o adam oradan bakıyor. Bir de orada bilinmeyen bir şey söyleyeyim. Sağ olsunlar, bana Sırrı’nın hem kızı… Çok ayrı bir ilişkimiz var. Hem Sırrı Başkan ile benim ilişkimi Tuncer Bey biliyor. Geldi ve dedi ki ‘Özgür Başkan sen aile ile bir bizim yanımızda tabutun yanına çık.’ Diğer siyasi partilere öyle bir davette bulunmadılar. Öyle bir planlama da yoktu. Ben de ‘Yok yahu’ dedim. Dedi ki ‘Böyle isterdi. Senin Sırrı’nın gönlünde yerin başka, gel’ dedi. Çıktık. Ceren oradaydı, çok üzgün. Aile ile bir tabutu sırtladık. Arkaya gittik. Metrelerce, çok derindeydi o AKM’nin arkası. Ben de ilk kez gördüm. Araca yükledik. Aileyle konuştuk falan. Ben 18 dakika içeride kalmışım. 18 dakika gecikmeli geliyorum. Salon tamamen boşalmış, herkes gitmiş. Adam iki saat önce yandan baktığı noktanın biraz ötesinde. Bir, oradan geçeceğimi biliyor; iki, herkesle bir çıkmadığımı biliyor ve beni bekliyor. Bal gibi planlı, önceden görevlendirilmiş. Anlık istihbarat ile ‘Gelecek’ diyor, ‘Bekle’ diyorlar. Bir şekilde ona işaret ediliyor benim oraya geleceğim. Biliyor. Benim oradan geçirilmem planlanmış. Bu konuda bir soruşturma var ve o soruşturma ne oldu bilmiyorum. Kişi nerede tutuklu? Onu da bilmiyorum, bilmek de istemiyorum. Çünkü o bilginin kamuoyu ile paylaşılmaması, bize verilmemesi önemlidir. Bu tip durumlarda gizli tutulmalıdır. Ben bilsem o bilgi bana yük olur. Yarın içeride başına bir şey gelir, ‘CHP, Özgür yaptırdı’ olur. O bilgi bana fazla yük. Ben o bilginin peşine düşmem ama ‘Bana yapılan saldırı ile ilgili soruşturma ne oldu? Bu adamın bağlantıları kimler? HTS kayıtlarından kim çıktı?’ Çünkü pazartesi diye tören duyuruldu, pazara alındı. Adam pazar saldırdı, bilinçli olarak, bekleyerek. ‘O adama son gün HTS’de kimler konuştu? Kamera kayıtlarıyla otele kim gitti konuştu?’ Bunların bilinmesi lazım. Bunun ucu bir yere vardı mı? Bu soruşturma bir yerde tıkandı mı? İkisi de kıymetli bilgi yani. Ama samimiyetle söylüyorum bunu, suçlayarak söylemiyorum ama artık iki ay olmuş, bir şey söylemeleri lazım.”

“MUHALEFETİN DAYANIŞMASINA SÖYLENECEK SÖZ YOK”

“(DEVA, Gelecek, Saadet CHP listelerinden seçildi. Bu süreçte sizin yanınızda duruyorlar mı?) Şimdi burada hiç haksızlık yapmayayım. Hiçbirisini ayırmam. Saraçhane’ye 16 partinin genel başkanı geldi. Yavuz Ağıralioğlu gelemedi, telefon açtı. Yeniden Refah Genel Başkanı Sayın Erbakan gelemedi, telefon açtı. Müsavat Bey bizzat geldi, hatta konuşma yapacaktı. Ekrem Başkan hakimliğe sevk edilince biz hızla gittik, o da oraya geldi. Konuşma yapamadı, o gün yoksa konuşacaktı. Çok net söyleyeyim, muhalefetin dayanışmasına söylenecek söz yok. Sol daha çok görünür olarak geliyor. Hepinizin gördüğü partiler. Ama Zafer Partililer var, gençler. Devamlı olarak geliyorlar. Örneğin Yozgat mitinginde hem Sayın İyi Parti Milletvekili hatta karşılamak istiyordu. Bir düğün nedeniyle ben geç gittim, hatta ucu ucuna. Çünkü traktöre binecektim, o yüzden 20 dakika kala gittim. O birkaç saat önce gelirim diye beklemiş Sayın Bakanımız. İlin milletvekili düzeyinde karşılama, il başkanları, Demokrat Parti’nin il başkanı, iline göre Gelecek Partisi, DEVA Partisi, ildeki güçlerine, ilişkilerine göre ilçe başkanları geliyorlar, selamlıyorlar. Meydanlarda ben bütün demokratları görüyorum. Orada bir şeyim yok. Muhalefete ‘Bizi yalnız bıraktınız’ desem ayıp olur. Böyle daha çok sahip çıkanlar var, daha az sahip çıkanlar var. Ama bu süreçte her birinin açıklamaları oldu. Yani çok kıymetli açıklamalar oldu. Haksızlık yapmayayım. Bir de şöyle; o partilerin geldiği siyasetin muhalefet kültürüyle, sol partilerin geldiği siyasetin muhalefet kültürü başka. Biz her fırsatta meydanda olan, 1 Mayıs’ta meydanda olan, 8 Mart’ta meydanda olan partilerle seçim mitingi dışında sokak kültürü olmayan siyasi gelenekleri birbirine karıştırmamak lazım. Ama buradan bir kötü niyet süzmem ben. ‘Hani nerede işte Gelecek Partisi’nin yelken bayraklı gençleri?’ Yok ki. Adamın belki yelken bayrağı yok. Çok farklı yani. Ama bir samimiyet şüphem, bir dayanışma eksikliği sitemim asla yok. Orada haksızlık etmeyeyim.”

“YENİ EYLEM BİÇİMLERİ ÜZERİNE ÇALIŞIYORUZ”

Özel, “Kendinize nasıl zaman ayırıyorsunuz?’ sorusuna şu yanıtı verdi:

“İlk kez 19 Mart’tan beri yarın ikinci gün olacak ailemle bir arada olduğum. Bir de Anneler Günü’nde kızım, annem, eşim aile birlikte olabilmiştik. Yarın Manisa’da bayramda olacağız. Sonra tekrar geleceğim burada Tutuklu Aileleri Dayanışma Ağı’yla bir dayanışma, bayramlaşma yemeğimiz olacak. Ona katılacağız, Dilek Hanım’la birlikte. İşte günü planlanıyor herhalde bugün belli olacak. Bir gün görüşüyoruz. Ben aslında şöyle bir şey söyleyeyim. Benim biraz çalışarak dinlenen bir yapım var. Evvel ezel fazla çalışırım ben. Az uyurum. Yürümem, koşarım. Zaten maraton koşuyorum. Ben belli bir tempoyu tutturup o tempoyla 41 kilometre 300 metreyi işte 4 saatte tamamlayan, yani dünya rekoru 2 saat biliyorsunuz. 2 saat 1 dakika. Yani öyle çok iddialı değil. Üç tempodur dünya rekortmeninin temposu. Altı tempoyla ben o maratonu koşarım. O yüzden bu mitingler durur mu, biter mi, söner mi? Ben yorulmam. Arkadaşlarımız, kitlemiz, destek verenler, demokratlar yorulmazsa ben bunu seçime kadar sürdürebilirim. Yani haftada bir kez Çarşamba günü şimdilik bir-iki, seçim yaklaştıkça belki mesela atıyorum yani seçim tarihi bugün belli olsun Kasım istiyoruz, Erdoğan, ‘Kasım’da yapmam ama bugünden ilan etsin Nisan’da yapacağım’ diye onu da kabul ederim. Her gün miting yaparak devam edebilirim. (Eylemleri tempoyu artırarak sürdüreceksiniz.) Sürdüreceğiz. Yeni eylem biçimleri üzerinde konuşuyoruz, çalışıyoruz. Her türlü yaratıcı fikre, öneriye açığız. (O meydanlardaki ittifakı daha kalıcı ve belli ilkeler çerçevesinde bir programatik hedefe de bağlamayı düşünüyor musunuz?) Böyle öneriler var. Ama geçen seçimdeki hatalarımızdan biri şuydu. Çok kıymetli koşucular vardı. Biz çok erken olarak onlara bir zincirle birbirinin belinden yan yana bağladık. O koşarken ona engel oluyor, o koşarken onu geri çekiyor onu bilmem ne. Bence muhalefetin bütün renklerinin ve güçlerinin kendi özgün tavır, tutum, söylem, siyaset yapış biçimleri ile en güçlü şekilde kendilerini halka anlatmaları lazım. Bir ittifak, bir demokrasi ittifakı şekilleniyor. Çok geniş çerçevede bu konuşulabilir, arkadaşlarımız konuşur. Ama bunun muhalefeti bölen, parçalayan, iten, kakan bir şekilde dönmemesini isterim. Kendimle ilgili bir hedefim olmadı. Partimizi de böyle ‘Gelin bizim adayı destekleyin, gelin bizimle olun, bize oy verin’ yerine, ‘Gelin birlikte demokrasiyi getirelim’ ittifakını doğru buluyorum. Bundan bir adayda ortaklaşmak doğruysa, onu konuşuruz. Herkesin en güçlü adaylarıyla çıkması doğruysa, onu konuşuruz. Parlamentoda en yüksek çoğunluğu alacak formüller neyse, onu konuşuruz. Ben partimin hakkını yedirmeden, kimsenin de hakkını yemeden kimseye patronluk taslamadan, ama partimi de kimseye ezdirmeden, doğru bir şekilde… Çünkü her bir rahatsızlığın, yani fazla tavizin ya da biraz yukarıdan bakmanın, sokaktaki o bir tek seçmene bile yansıması oluyor. Bir tek üyeye yansıması oluyor. Muhalefetin moralini en üst düzeyde tutarak kimseyi mağdur edilen, hakkı yenilen ya da ‘Bunlar bizim hakkımızı yiyor’ diye görmeyen ya da tepeden bakan bir şeyde olmadan bir arada tutacak bir zemine ihtiyaç var. Şimdilik meydanlar bunu iyi sağlıyor. Bütün muhalefet partileri ile temas ediyorum. O partilerin birbirinden temasından da çok mutlu oluyorum. Olumlu bakıyorum ve mutlu oluyorum. (Böyle bir kolaylaştırıcılığınız var.) Kendime öyle bir rol biçmek için değil. Ben muhalefetle temas ediyorum. Muhalefetin diğer aktörlerinin birbiriyle temasını da görüyorum. ‘Ben yaptırıyorum’ demiyorum. Görüyorum ve hoşuma gidiyor. İyi bir şey bu yani.”

“BAYRAMIMIZ ÇALINMIŞTIR”

Genel Başkan Özgür Özel, son olarak bayram mesajında şu ifadeleri kullandı:

“Cumhuriyet Halk Partisi herkesle bayramlaşabilen tek partidir. Partiydi. Bu özelliğimizi koruyoruz. Ama bayram gelmediği için, bu bayram iktidar olsun muhalefet olsun, siyasi partilerle resmi, formal bir bayramlaşma statüsüne girmiyoruz. Girmiyoruz, zira bayramımız çalınmıştır. Arkadaşlarımız içerideyken, evlatlarından ayrıyken, bu kadar haksızlık bu kadar zulüm varken, bu bayram bayramlaşmayı biz doğru bulmadık. Geçen bayram olduğu gibi. Bayramların kutlanabileceği, herkesin özgür olacağı, kimsenin siyaseten hangi partiden olursa olsun iktidar eliyle tutsaklaştırılmadığı, zindanlara konulmadığı, her fikrin özgürce savunulduğu, şiddetin olmadığı bir de adaletin olduğu, hem mahkemede adalet, hem bayram sofrasında adalet, mutfakta adalet, çarşı pazarda adalet, gelirde adalet, vergide adaletin olduğu, herkesin eşit olduğu bir Türkiye ümit ediyoruz. O Türkiye’yi de bir kez daha 100 yıl önceki kurucu iradenin yaklaşımıyla dışlamadan kapsayarak, hep beraber bu ülkeyi kurtaranların Cumhuriyet’i kuranların, çok partili rejimi getirenlerin emanetlerine, demokrasiye ve sandığa sahip çıkarak özgürlükçü bir yerden, herkesin fikrini özgürce söyleyebildiği, hiçbir çocuğun hayata kapatamayacağı bir farkla geriden başlamadığı bir Türkiye’nin ümidiyle herkesin Kurban Bayramı’nı kutluyoruz. Ve özellikle cezaevinde olan arkadaşlarımıza ve onların ailelerine sımsıkı sarılıyoruz. Onlar ne hissediyorsa, biz de onu hissediyoruz.”